Powered By Blogger

29 Haziran 2015 Pazartesi

Doğu'dan Uzakta - Amin Maalouf

Kitabı ilk yayınlandığı günden itibaren okumak istiyordum, bu hafta sonuna kısmetmiş :). Aslında daha önce başladım ancak hafta sonu bol bol vakit ayırarak bitirdim. Uzun bir kitap olmasına rağmen (457 sayfa) akıcı olduğu için kolay okunuyor olması nedeniyle birkaç günde bitirilebiliyor. Kitap, gençliklerinin en güzel dönemlerini bir arada geçiren bir grup arkadaşın ülkelerinde (Maalouf kesinlikle ülke adı kullanmıyor ama Lübnan'ı anlattığı rahatça anlaşılıyor) yaşanan iç savaştan sonra farklı yerlere dağılmalarını ve yıllar sonra bir arkadaşlarının cenazesi dolayısıyla tekrar ülkelerine dönmeleriyle başlayan on altı günlük yüzleşme anlarını anlatıyor. Ancak burada bir yanlış yönlendirme var kanaatimce: Kitap aslında ana karakterin, yani Adam'ın hem kendisiyle hem de geçmişiyle yüzleşmesinin romanı. Üniversite yıllarında ülkeyi terk ederek Fransa'ya giden ve yaklaşık otuz yıl ülkesine hiç dönmeyen Adam'ın gençlik arkadaşının cenazesi dolayısıyla ülkesine dönmesi sonucu hissettikleri, ülkeyi terk etmeyi tercih etmeyen arkadaşlarıyla konuşmaları ve Adam'ın gayreti sonucu dünyanın dört bir tarafından gelen diğer arkadaşları ile yaşadıkları, hikayenin temelidir diyebiliriz. Doğu'nun İncisi Lübnan'ın (adı yazılmasa da) yaşadığı savaş sebebiyle sahip olduğu kültürel zenginliği kaybetmesinin ve ülkeyi terk eden insanlarının özlemlerinin ve kırgınlıklarının güzel bir güncesi veriliyor. Kitapta anlatılan kimi karakterleri ve fikirleri eleştirsem de, Maalouf'un zaten amacının farklı düşünen insanları bir araya getirerek bir mesaj vermek olduğunu düşünüyorum: Kaba kuvvetle ilişkiye maruz bırakılan her şey alçalır. Darbeyi indiren de darbeyi yiyen de aynı kirlenmeyi yaşar.

Adam karakterinin akademisyen olması dolayısıyla sık sık karşımıza çıkan günlüklerinde paylaşılan genel kültür bilgileri ve Doğu'nun etnik ve dini savaşlarına yapılan yorumlar kitabı başarılı kılan önemli detaylardan. Bu yönüyle bu karakteri Amin Maalouf'un kendisiyle de özdeşleştirdim açıkçası. Kitap içeriği ne kadar dolu ve etkileyici ise de, sonu o kadar hüsrandı. Tanios Kayası dışında ilk defa bir kitabının sonu beni biraz hayal kırıklığına uğrattı, sanki toparlayamamış da çalakalem ortaya bırakılmış gibi. Yine de Maalouf okumaya devam etmeyeceğim anlamına gelmez bu :).

Yenikler her zaman kendilerini masum kurbanlar olarak göstermek eğilimindedirler. Ama bu gerçeğe tam uymaz, hiç de masum değildirler. Yenildikleri için suçludurlar. Kendi halklarına, kendi medeniyetlerine karşı suçludurlar. Sadece yöneticilerden değil, benden, senden, hepimizden bahsediyorum. Bugün tarihin mağluplarıysak, hem kendi gözümüzde hem de tüm dünyanın gözünde aşağılanmış durumdaysak, bu sadece başkalarının değil, öncelikle bizim suçumuzdur.

18 Haziran 2015 Perşembe

Vadideki Zambak - Honoré de Balzac

Devrim sonrası Fransa'da yaşayan aristokrat sınıfına mensup evli bir kadın ile genç bir adamın arasındaki imkansız aşkı anlatan kitap Balzac'ın en beğenilen kitaplarından birisi olarak kabul edilmektedir. 19. yüz yılda Fransa'da ortaya çıkan Realizm akımının öncülerinden olan Balzac, bu eserinde günlük yaşamı yapaylıktan kurtararak nesnel bir bakış açısıyla anlatmaktadır (Bu kitapta Balzac'ın kendi hayatında bazı kesitlere de yer verdiği tahmin edilmektedir). Kitapta olaylar Felix de Vandennesse'nin sevgilisi Natalie'ye yazdığı mektup ile başlamaktadır, aslında neredeyse tüm kitap Felix'in anımsalarından (flashbacks) oluşan bir anı kitabıdır da diyebiliriz. Çocukluğu anne sevgisinden ve ailesinden uzak geçmiş olan Felix, ailesinin yanına döndükten sonra bir baloya katılır ve baloda karşılaştığı genç bir kadından çok etkilenir (Kontes Henriette de Mortsauf). Uzun süre bu kadını unutamayan Felix, onunla bir gün karşılaşır ve kadının evinin bulunduğu vadiyi onun güzelliği ile özdeşleştirerek kendisine "Vadideki Zambak" adını verir. Öncelikle aile dostluğu şeklindeki görüşmeleri giderek sıklaşır ve Felix ile Henriette birbirlerinin en büyük sırdaşları olurlar. Henriette'nin mutsuz evliliği, hasta çocukları ve yaşadığı psikolojik sorunlar kadını Felix'e yaklaştırır. Aralarında bir aşk doğar ancak Henriette her zaman Felix'e bir abla şefkati ile yaklaşmaya çalışır, kendisini iş ve mevki sahibi olması konusunda destekler (hayatda dair verdiği nasihatları siz de uygulayabilrisiniz) ve kendi ailesi için büyük bir fedakarlık yapmaya çalışır. Bu süreçte mevki ve güç sahibi olan Felix başka bir kadın ile de tamamen tensel bir kaçamak yaşar (hayatındaki kadınları ruhumun ve bedenimin sevgilileri diye tanımlayacaktır). Kontes Henriette'yi hayatı boyunca unutamayan Felix, eninde sonunda kadınlara dair bazı gerçekler ile yüz yüze gelecektir.

Balzac'ın en popüler kitabı olan Vadideki Zambak, başarılı bir toplum bilimi incelemesi yapmaktadır. Acı ve ızdırabın hissedilir bir şekilde romana yansıtılmış olması ve mekan tasvirlerinin ustalıkla yapılmış olması dolayısıyla da sayılı eserler arasındadır. Bu arada bazı kaynaklar, Balzac'ın kendi hayatından kesitlere de kitapta yer verdiğini söylemektedir. Benim eserde en beğendiğim bölüm - ne yalan söyleyeyim- Natalie'nin kitabın sonunda Felix'e yazdığı mektuptu. Bir kadından da bu beklenirdi!

Suçlu da olsam, nihayet şuramda bir kalp taşıyordum, bütün bu sözler, kalbimin onun özellikle seçtiği en hassas noktalarına soğukkanlılıkla indirilmiş hançer darbeleriydi. Manevi acıların mutlak bir ölçüsü yoktur, ruhların duyarlılığıyla orantılıdır bu acılar.

10 Haziran 2015 Çarşamba

Barbarın Kahkahası - Sema Kaygusuz

Yazarın da dediği gibi, hem öfkeli hem de alaycı bir kitap var karşınızda! Sema Kaygusuz okuyan herkesin rahatça tespit edebileceği üzere bir motelde yaşananlar üzerinden bir ülkeyi anlatıyor. Ancak bir husus gerçekten sorgu gerektiriyor: Hangi ülke? Yaşayanlar ve anlatıcı Türk diye anlatılan ülkenin Türkiye olması bile tartışılabilir zira yazarınn da dediği gibi, hiçbir kara parçası gerçek anlamda bir kültür oluşturmaya yetmeyecektir, yani dünya yalnızca "kendi ülkemizden ibaret" değildir.  Kaldı ki, lokasyon bile bunu kanıtlar nitelikte: Mavi Kumru Moteli. Motelin benzerlerinden ne farkı var ne de artısı, yalnızca içinde yaşayan tatilcilerle bir varlık ifade ediyor. Tatilciler ise yaşadıkları bireysel huzursuzlukları değişen "koku" üzerinden tüm motele yansıtarak toplumsal kırılma noktaları hakkında bir fikir veriyor okuyucuya (her birinin profili yan yana gelince bir ülke tablosu oluşturuyor aslında).  Olaylar tatilcilerden birinin, Turgay'ın gecenin bir yarısı tüm sıkıntısını üzerinden atmak istercesine denize işemesiyle başlıyor. Okey oynayan hanımların bu olaya tanık olup, içlerinden birinin olayı büyütmesinin ardından, bu "çiş hadisesi" boyut değiştiriyor. Turgay'ın yarattığı dalganın bazı kişilerce bir tepki yöntemi olarak görülmesi sonucu, faili meçhul çiş hadiseleri görülmeye başlanıyor (çarşaflara, havlulara, minderlere çiş yapan kişi veya kişiler). İlk bakışta yaşananlar oldukça basit olaylar, ancak bu hadisenin görünmeyen tarafında toplumun farklı kesimlerini temsil eden kişiler var. Herkesin bir yorumu ve tespiti var ama bir soruya cevap yok: Herkes ne kadar temiz acaba?

Kitap anlaşılır bir dille ve heyecanlı ilerliyor, ancak yazarın hangi sembole hangi anlamı yüklediğinin tespiti o kadar kolay değil (belki de ben abartmışımdır). Ancak benim küçük bir eleştirim artık bu konulardan biraz sıkılmış olmam Bu kitabın iyi bir kitap olduğu gerçeğini değiştirmiyor, okunmasını da tavsiye ediyorum (ayrıca yeni kelimeler de öğreniyorsunuz: ışgın, ufunet, kolyoz, kalvados vb). Ben sadece yaşananların ve bu ülkenin travmatik geçmişinin sürekli karşımıza çıkarılmasından kendi adıma rahatsız olmaya başladım, ya da kitapta her yerde karşıma çıkan "sidik kokusu"dur bu düşüncemin sebebi (kitap bu yönüyle bana Sineklerin Tanrısı'nı anımsattı). Bu arada kitaptaki reçetelerden birisine ülke olarak ihtiyacımız var gibi:

"Her gün ağzına bir karanfil tanesi koysa, kahvaltıdan sonra mesela, şu Serpil Hanımın önce kanı temizlenir sonra niyeti. Eski Çin İmparatorluğu'nda diplomatik münasebetler sırasında devlet adamları dillerinin altına karanfil tanesi koyar; karanfilin soğutucu tesiriyle konuşurlarmış... Sabah çayına veya sıcak suya atılan tek bir karanfilin fesatlığa nasıl iyi geldiğini idrak edebilmek çok önemli."

4 Haziran 2015 Perşembe

Beş Parasızdım ve Katilimi Arıyordum - Derviş Şentekin

Size söylediğim gibi, bazı konularda takıntılıyım. Bir önceki kitabı çok beğenmeme rağmen, ikinci kitap için beklentimi yükseltip, okudum. İlk kitaba göre daha çok beğensem de, beklentimin daha farklı olduğunu söyleyebilirim. Bu arada beklentiden kastım, benim kafamda kurduğum senaryo farklıydı, yoksa içinde bulunulan şartlar düşünülürse, kitap fena kurgulanmamış (daha önceki yorumunda da bahsettiğim gibi, kitap tam bir Türk polisiyesi). Hikaye yine kahramanın ağzından anlatılıyor ve uzun uzun anlatımlara girilmediği için akıcı ilerliyor. Bir önceki kitabın sonunda tabiri caizse "faili meçhullerin adamı"na rastlayan X (kahramanımız), hayatının sona erdiğini düşünürken, bir şekilde yoluna devam edip bu kez intikam amaçlı olarak faili meçhullerin adamının peşine düşer. Ancak bu kez tek başına değildir, aynı izin peşindeki istihbarattaki amiri Oğuz Sipahi ve birkaç emniyet mensubu ile beraber daha titizlikle ilerleyerek sonuç almaya bakacaktır. Tabi bu süreçte Türkiye'nin yakın dönem siyasi tarihine ve karanlık ilişkilerine değiniliyor, kısa analizler yapılıyor. Dediğim gibi, bir önceki kitaba kıyasla daha çok beğendim ancak bu kitabın benim kanaatimce edebi yönden eksik olduğu gerçeğini değiştimiyor. Üzülerek söylemeliyim ki, kurgu olarak da karşımıza şaşırtıcı sürprizler çıkarmıyor ve derinlemesine karakter incelemesi veya analizler de yapmıyor. Bir de şu toplumsal sorunlara değinme bunalımını da hala anlayabilmiş değilim, aydın kabul edilmek veya yazar olmak bunu mu gerektiriyor?

Neden okuyorum? Yazının başında da söylediğim gibi, kitaplar konusunda takıntılıyım, hatta bu tecrübenin üstüne, eğer üçüncü kitap var olsaydı dahi okuyabilirdim. Sıkılmadan okunacak bir kitap olduğu için, bu sıcak havalarda kendinizi yormak istemiyorsanız, siz de okuyabilirsiniz. Sonuçta okunmayacak bir kitap değil, ama sanırım ben polisiye çıtasını biraz yükseltmişim.

"- Bu işler satranç oynamaya benzemez, demiştin ama yanılmışsın salak Bekir, dedim alaycı bir sesle. Bu işler tam da satranç gibidir.
Birbirine karışan üç el silah sesi, geniş ovanın üzerindeki boşluğa yayılıp yıldızlara doğru yükseldi."


İlk kitap: Beş Parasızdım ve Kadın Çok Güzeldi
http://mahrem-i-esrar.blogspot.com.tr/2015/05/bes-paraszdm-ve-kadn-cok-guzeldi-dervis.html