Powered By Blogger

31 Aralık 2017 Pazar

Bilmemek - Milan Kundera

Daha önce Milan Kundera'dan Yaşam Başka Yerde kitabını okumuştum, burada da bahsetmiştim. Bu kez Beyoğlu Sokak Festivali'nden almış olduğum Bilmemek düştü kısmetime. Milan Kundera'yı bilen bilir, seven de çok sever ancak ben ilk kitabına yeterince ısınmamış biri olmama rağmen bu kitabı inanılmaz beğendim. Avrupa tarihi ya da Çek Cumhuriyeti'nin yakın tarihi hakkında çok bilgim olduğu söylenemez ancak içinde bulunduğumuz dönem itibariyle "göçmenlik" ya da "yurtsuzluk" hakkında empati yapabilecek durumdayız biz de. Bu yüzden olsa gerek, hikayenin göçmen psikolojisine gidenler ve kalanlar açısından bakışını ve duygu aktarımını etkileyici buldum. Kitabın hikayesi de 1968'de Prag'dan Avrupa'nın çeşitli ülkelerine iltica eden kişilerin hayatlarını konu alıyor. Bu insanlardan birisi olan Irena eşiyle birlikte Paris'e gidip tüm hayatını kendisini zerre anlamayan insanlar arasında geçirenlerden. Yıllar sonra  soğuk savaş sona erip Avrupa'da artık eski rüzgarlar esmediğinde eski vatanını ziyaret etmeye başlar. Eşi vefat ettiği ve çocukları da kendi hayatlarını kurduğu için kimseye karşı bir sorumluluk hissetmeyen Irena, bu yolculuklardan birinde geçmişinden hayal meyal anımsadığı Josef ile havaalanında karşılaşır. Havaalanı karşılaşmasından sonra Prag'da görüşmek için sözleşen Irena ve Josef' için bu olayla birlikte kendi geçmişleri ile hesaplaşmaları dönemi başlayacaktır. Herkesin kendi kültürüne yabancılaşmasının deneyimi birbirinden farklıdır, bu farklılığın nedeni belki de herkesin özleminin ve beklentilerinin farklı olmasıdır.

Milan Kundera kadın ve erkek doğasını çok iyi anlayan ve tüm netliğiyle bunu yazıya aktarabilen bir yazar. Yurtsuzluk/gurbet/unutma/unutulmaya dair her şeyi cinsiyetler üzerinden çok iyi anlatmış. Zaten kendine yabancılaşma konusunu vatanından sürgün edilen bir yazardan daha iyi kim anlatabilir ki? Bu arada, yakın zamanlarda okuduğum kitaplarda (Narkissos'un Düşüşü - Elia ile Yolculuk - Bilmemek) temel konu olarak "İthaka'ya Dönüş"ten bahsedilmesi özellikle dikkatimi çekti. Ya bu konu yazarların çok ilgisini çekiyor ya da gerçekten ilginç bir tesadüf yaşadım. Belki de Odysseus'u okumanın zamanı gelmiştir,  ya da hayatın en güzel tarafının yolculuğun kendisi olduğunu anlamak için benim de İthaka'ya yol alma vaktim gelmiştir. İyi okumalar!

"Ardımızda bıraktığımız zaman daha geniştir, bizi geri dönmeye çağıran ses daha karşı konulmazdır. Bu deyişte keskin gibi bir hava var, ama yanlış. İnsan yaşlanır, sonu yaklaşır, her an git gide kıymetlenir ve anılarla kaybedecek zaman yoktur. Nostaljinin matematik çelişkisini anlamak gerekir; ilk gençlikte, yaşanan hayatın hacmi tamamen anlamsızken nostalji en güçlü noktasındadır."

Narkissos'un Düşüşü kitabı hakkındaki yorumlarım için:
Tıklayınız

Elia ile Yolculuk kitabı hakkındaki yorumlarım için:
Tıklayınız

28 Aralık 2017 Perşembe

İnce Memed - Yaşar Kemal

Bu kitabı daha önce sosyal medya üzerinde yapılan bir çekilişe katılmam neticesinde başka bir arkadaşın hediyesi olarak elde ettim :). Daha önce de bahsetmiş olabilirim, Yaşar Kemal'i severim, lise yıllarımda da okul kütüphanesinden alıp bazı kitaplarını okumuştum ancak İnce Memed serisini okumaya hiç fırsatım olmamıştı. Bu kitap ile kıvılcımı başlattım, biraz zaman geçince serinin devam kitaplarını da okuyacağım. İlk kitapta, Cumhuriyetin ilk yıllarında, henüz devlet otoritesi tam anlamıyla kurulamamışken Çukurova'daki köylülerin ağalıkla ve haksızlıkla mücadelesi anlatılmaktadır. Çukurova'da çakırdikenleri ile çevrili Değirmenoluk Köyü'nde yaşayan İnce Memed'in kendi halindeki hikayesi, köyün ağası Abdi Ağa'nın sürekli kendisine ve annesine zulmetmesiyle bir efsanaeye dönüşür. Ekip biçtikleri toprakları bile olmayan köylülerin de harman ettiği tahıllar harman sonunda elinden alınarak kendilerine kışın yarı aç yarı tok kalacak kadar bir tahıl bırakılır. Ağa ile mücadele ederken gizlice gidip gördüğü kasaba halkının rahatını ve özgürlüğüne de hayran olan İnce Memed'in gözünde yavaş yavaş bir ışık parlamaya başlar. Ağalık düzeni ekmeğinden elini çekmeden bir de onuruna ve sevdasına el uzatmaya başlayınca İnce Memed geri dönemeyeceği kararlar almak zorunda kalır. Anadolu halkının geri kalmışlığına ve ağalık sistemine karşı yapılan isyanın hikayeyesi böylece başlar.

Türk Edebiyatının gelmiş geçmiş en iyi eserleri arasında gösterilen İnce Memed, Yaşar Kemal'in ilk romanlarından birisi olmasına rağmen baş yapıtı olarak değerlendirilmiştir. Bulgarca ve Rusça ile başlayarak kırktan fazla dile çevrilen eser, 1984 yılında İngiliz yazar Peter Ustinov tarafından "Memed My Hawk" adıyla sinemaya da uyarlanmıştır. Yaşar Kemal'in bir röportajında bu kitabı ilk yazdığında kendisine yayın hakları için ödenen para ile içinde bulunduğu sefaletten kurtulduğunu belirttiğini okumuştum. Demek ki hem okuyucusunu hem de yazarını mutlu eden bir eser İnce Memed. Yazar kitabın devam kitaplarını yaklaşık kırk yılda bitirmiş, bu kadar emek harcanmış bir eseri okumalısınız d,ye düşünüyorum. Yaşar Kemal'in duru Türkçesi ve gerçekçi betimlemeleri ile gözünüzde canlanan hikayeyi okumayı çok seveceksiniz. İyi okumalar! 1955 yılında yayınlanan İnce Memed Yaşar Kemal'in ilk kitaplarından biridir, yayınlandıktan sonra 1956 Varlık Roman armağanını kazanan eser pek çok dile de tercüme edilmiştir.

"'Bana bak kardeş' dedi, 'insanların üstüne çok varmamalı. Öldürmeli, dövmeli ama üstlerine çok varmamalı. Donsuz, çırılçıplak, köyüne, evine girmesi bir adama ölümden zor gelir. İşte bunu yapmamalı. İnsanlarla oynamamalı. Bir yerleri var, bir ince yerleri, işte oraya değmemeli. Ben Abdi Ağadan biliyorum. Yoksa... Korkmalı insanların bu tarafından. Aşağı görmemeli insanları..."

20 Aralık 2017 Çarşamba

Cemile - Cengiz Aytmatov

Ben bu kitabı üniversiteye ilk başladığım yıl almıştım, aslında Aytmatov'dan ilk aldığım ve okuduğum eser de bu. Evdeki kitapları kolilerken elime geçince kısa bir kitap olduğundan tekrar okudum. Cengiz Aytmatov'un ilk eserlerinden birisi olan Cemile, 1958 yılında yazılmış ve çok sevilerek birkaç yıl içinde farklı dillere çevrilmiş. Hatta Fransız şair Louis Aragon kitabın hikayesi hakkında "Dünyanın en güzel aşk hikayesi" şeklinde bir yazı bile kaleme almış. Aslında ben Aytmatov'un daha güzel kitaplarını okudum, hatta daha içten aşk hikayelerini de okudum. Bu nedenle Louis Aragon ile tam anlamıyla aynı fikirde olamasam da, kitabın saf bir aşk hikayesi barındırdığını da söylemek mümkün. Bu saflık Cemile'nin hikayesinin kocasının küçük kardeşi tarafından anlatılması ve Cemile'nin onun ilk aşkı olmasında yatmaktadır. Köyün varlıklı bir ailesinin gelini olan genç ve güzel Cemile, kocasının İkinci Dünya Savaşı için askere alınmasının ardından kayınvalidesi ve kocasının küçük kardeşi ile yaşamaya devam eder. Bir süre sonra köydeki erkeklerin savaşa gitmesi nedeniyle doğan ihtiyaç sonucu erzak taşıma işine de gidip gelmeye başlar. Savaştan yaralı olarak dönen bir bir bacağı sakat olan Daniyar da erzak taşıma işindedir. Cemile ile Daniyar bir süre sonra yakınlaşmaya başlar, kimsenin fark etmediği bu yakınlık yalnızca kocasının kardeşinin gözünden kaçmaz. Cemile'nin kocasının askerden dönüş günü yaklaştıkça, Cemile bir seçim yapması gerektiğinin farkına varır.

Aytmatov'un bu aşk hikayesi her ne kadar sıra dışı bir kurgu barındırmasa da, yazarın anlatış tarzı nedneiyle okuyucuda iz bırakıyor. Aytmatov'un kullandığı kelimeler ve hikaye anlatıcısının "ressam" sıfatını başarılı şekilde kullanması yaşananlara daha renkli ve canlı bir izlenim katıyor. Aytmatov okuyanlar bilirler, kendisi Kırgız kültürünü, kırsal kesimdeki insanın günlük hayatını, halk hikayelerini ve masallarını anlatmayı çok sever, bu eser de kırsaldaki halkın günlük hayatını iyi bir şekilde yansıtanlardan! İyi okumalar!

"... Belki siz de o memleketlere gittiniz. Cemilem, hiç arkana bakmadan bozkırda yürüdün gittin. Yoruldunsa, kendine olan inancını kaybettinse eğer, Daniyar'a dayan. O sana aşk, toprak, hayat üstüne düzülen türküsünü söylesin! Bozkır kımıldamaya, bütün renkleriyle oynamaya başlasın! O ağustos gecesini hatırla! Haydi Cemile, hiç pişman olma. Elde edilmesi zor olan mutluluğuna kavuştun!"

10 Aralık 2017 Pazar

Mısır Mitleri - George Hart

Bu kitabı da Mısır seyahatimizden önce hem fikrim olması açısından hem de ilgimi çektiği için aldım ancak genel itibariyle beklentilerimi karşılamadı. Kitap güzel bir çalışmanın ve birikimin ürünü, bu gerçek su götürmez. Ancak bazı yerlerin inanılmaz detaylı (isim, tarih, mekan) olması ve paragrafların uzun ve edebi bir dille yazılmış olması nedeniyle okurken sıkıldığım bölümler oldu. Sonuçta ben biraz da zevk almak için kitap okuyorum, ders kitabı niteliğinde yazılmış bir eserden sıkılmam normal. Mısır tanrıları arasındaki gündelik yaşamın hikayeleştirip anlatıldığı bölümler ise hoşuma gitti. Uzun bir kitap değil, içinde yer alan mitler eski Mısır uygarlıklarının kurulduğu Heliopolis,  Hermopolis, Teb şehri gibi yerlerin yaradılış efsaneleri ile başlamaktadır. Her ileri uygarlık gibi, Mısırlılar da evrenin ilk yaradılışı üzerine kafa yormuş ve hayatın başlangıcını açıklayabilmek için bazı teoriler ortaya atmışlardır (her şey mutlak yaratıcı Ra-Atum ile başlamış ve Shu, Tefnut, Nut ve Geb ile devam etmiştir). Nedense ilk ve kadim tanrılar genelde sessiz kalmayı tercih ettiklerinden  Osiris, İsis, Horus, Hathor, Seth veya Amon-Ra kadar tanınmamaktadır. Bazıları kadim tanrıların çocukları olan diğer tanrıların kendi aralarındaki ilişkiler kitapta anlatılan diğer mitleri oluşturmaktadır: Osiris'in öldürülmesi, Horus'un intikamı, İsis hakkındaki hikayeler, Felaket ve Aşk mitleri, Büyülü Ada gibi. Kitap Eski Mısır hayranlarına güzel çalışma sunmaktadır.

Kitabın yazarı George Hart Eski Mısır bilimcisi ve bu konu üzerinde British Museum'da otuz yıldan uzun süredir çalışmaktaymış. Ayrıca Eski Mısır hakkındaki kazılara katılarak, bu konudaki çalışmaları ile editörlük ve tarih vakıflarında kurucu üyelikleri bulunuyor. Bu kitaptaki çalışmalarının bir kısmı da kendi çevirdiği papirüslerdeki hikayelere dayanmaktadır. Tabi hikayelerin aniden kesilmesi veya mantıksız bir şekilde ilerlemesi muhtemelen kendi hatası değil zira papirüsler ya kayıp ya da bazı bölümleri silinmiş olarak günümüze gelmiş. Bu arada kitabı okurken tanrıların kendi aralarındaki diyalogları & savaşları bana biraz tanıdık geldi, sanki bazı din kitapları bu tanrıların efsanelerini alıp bize aktarmış gibi bir duygu yaşadım. Meraklılarına iyi okumalar!

"... Zaman geçtikçe Mısırlı şair-rahipler yine Amon'un açıklanamazlığını yorumlamaya çalışmışlardır. Amon'un gizemi isminde saklıdır; zira onun özü algılanamazdır, o, iç doğasını işaret eden herhangi bir sözcükle adlandırılamazdır. Dolayısıyla Amon adı altında yatan anlam "saklı-lık" veya belki "kendini saklayan" olabilir. Onun kimliği o kadar gizlidir ki, diğer hiçbir tanrı onun gerçek ismini bilmez. ... Amon'un kimliği hakkında bilgi edinmeye çalışmanın cezasının ölüm olduğu açıkça belirtilmiştir."