Powered By Blogger

30 Ocak 2015 Cuma

İnci Küpeli Kız - Tracy Chevalier

Hikayesi filme çekilen çok fazla kitap var ancak okuma şenliği içn kitap listesi hazırlarken kitaplığımda bulunan kitaplara öncelik vermeyi tercih ettim. Üniversitede okurken bu kitabın İngilizcesini okumuştum, bu nedenle hala merak ediyorum Türkçesini neden aldım diye :). Hollandalı ünlü ressam Johannes Vermeer'in gizemli portresi "İnci Küpeli Kız" tablosuna modellik yapan kızın kim olduğu konusunda kurgulanan bu hikaye -her ne kadar gerçek olmasa da- tarihi akışa uygun ve tablodaki kızın esrarlı bakışlarını açıklar şekilde ilerliyor. Seramik ressamı olan babasının gözlerinin kör olmasından sonra iyice sefilleşen ailesine yardımcı olabilmek adına Johannes Vermeer'in yanında on altı yaşında hizmetçiliğe başlayan Griet, bu ilginç Katolik ailenin yanında egosunu törpüleyerek yeni işine adapte olmaya çalışır. Vermeer'in kaprisli karısı Catharina ve çevresindeki diğer insanların (çocukları ve diğer yaşlı hizmetçi) davranışlarına rağmen kendisini -bir şekilde- yakın hissettiği ressamın varlığıyla teselli bulmaya çalışır. Griet'in renklere ve resime olan ilgisi Vermeer'in de dikkatini çeker. Griet ve ressam arasındaki duygusal yakınlaşma ilk başlarda herkes tarafından ihtimal verilmediği için görmezden gelinse de, Vermeer'in Griet'in tablosunu yapmasıyla oldukça şüphe uyandırıcı boyuta gelir. Kitapta geri planda Avrupa'da hikayenin geçtiği dönemde var olan (1665) veba salgını, Vermeer'in diğer birkaç tablosunun kısa hikayesi ve muhtemelen o dönemde ilk kez kullanılmaya başlanan mercekten de "camera obscura" söz edilmektedir. Kitap genel olarak müthiş akıcı değil ancak hem uzun olmaması hem de kısa cümlelerle sade bir anlatımın tercih edilmiş olması sebebiyle okunabilir. Kitap okumaktan hoşlanmıyorsanız, Peter Webber'in yönetmenliğini yaptığı aynı isimle 2003 yılında vizyone giren filmi de izleyebilirsiniz.
 
Kuzeyin Mona Lisa'sı olarak da bilinen "İnci Küpeli Kız" tablosunun en dikkat çeken noktası (odak noktası) kızın kulağındaki damla şeklindeki incidir. Bu inci küpeye oldukça fazla anlam yüklenmiş olması ve hikayenin sonunda çarpıcı bir şekilde tekrar ortaya çıkması kitap hakkında en sevdiğim detay oldu. Umarım bir gün tablonun aslını da görme şansım olur.
 
"'Beyazları ayırmışsın' dedi.... 'Ve sonra turuncu ve mor bir arada değiller. Neden?'
...
'Renkler bir yan yana geldiklerinde savaşıyorlar, efendim.' Kaşlarını kaldırdı, böyle bir yanıt beklemiyor gibiydi."

26 Ocak 2015 Pazartesi

Kaçıklık Diploması - Ayşe Nil

Ayşe Nil'in kendi anılarını yazdığı bu kitapta -belirttiğine göre- yer, mekan ve isimler değiştirilmeden aktarılmış. Bu konuda da bir argümanı var: "Bence insanlar yaptıklarından utanmamalıdır. Utanılacak şeyleri ise yapmamalıdırlar." Evet, aslında yaşama dair formüller bu kadar basit ancak benim de katıldığım bir konu var; hayat bu kadar basit değil. Bu nedenle isimlerin aynen aktarılması benim de eleştirdiğim bir konu. Kitap manik-depresif bozukluk teşhisi konulan bir kadının (Ayşe Nil'in ta kendisi) anımsayabildiği kadarıyla kendisini bu sürece götüren yaşam öyküsünü anlatması şeklinde ilerliyor. Benim okuduğum kitap yakın zamanda (2005) baskı yaptığı için önsöz ve epilog olarak birkaç metin daha eklenmiş, böylece yazar kitabın ilk baskısından itibaren (1993) yapılan yorumlara ve hayatında olan değişikliklere de değinmiş. Çocukluğunda yaşadığı travmaları, ailesiyle olan ilişkisini, üniversite eğitimini ve mutlu olup olmadığına kendisinin de karar veremediği evliliğini anlatan yazar buradan tabir-i caizse akıl hastananesinde doktorlarla olan anılarına geçiyor. Manik-depresif hastaların genel özelliği midir bilmiyorum ancak kitapta bakış açısının (sonradan eklenen önsöz-epilog hariç) oldukça negatif ve saldırgan olduğunu söyleyebilirim. Kitapta tamamen kötü anılarını anımsayan, kendisine yapılan hiçbir eleştiriye tahammül edemeyen ancak birikimli bir karakter var (kriz anlarında Türkiye'yi yıkmaya çalışan örgütlere karşı planlar yapıyor ve siyah pantolonluların ajan olduğunu düşünüyor vb.). Depresif kişiliğinin okuyucuya hissettirilmesi kitabın başarılı olduğunu gösteriyor ama ben hayata pozitif bakmayı seven birisi olarak okurken biraz rahatsız oldum açıkçası.

Kitabın konusu senaryolaştırılarak 1998 yılında Tunç Başaran tarafından filme çekilmiş. Kitabın benim okuduğum genişletilmiş baskısında Ayşe Nil bu yönetmeni kendisine hiç benzemeyen bir karakter yarattığı için oldukça sert bir dille (açıkçası hakarete varan bir dille) eleştiriyor ancak zaten bir hikayenin senaryolaştırılması bambaşka bir olgudur. Eğer o film biyografi değilse -ki anladığım kadarıyla değil- yönetmenin ve senaristin hayal gücünün girmesi oldukça olağan (ve gereklidir). Bu nedenle yazarın eleştirilerini yersiz buldum. Bu arada izleyen pek çok kişi filmin çok başarılı bir psikolojik dram olduğu yönünde, fırsatım olursa izleyeceğim.

"Kaçık sözcüğü kaçmak fiilinden türemiştir. Tanrı aşkına bunca olumsuz koşullarda, insanlar kaçmayıp da ne halt etsinler? Genelde insanlar kendilerinden kaçmaktadır. Kendini seven, kendinden hoşnut olan insan o kadar az ki... Bunun bilincinde olanlar da çok sayıda değil. Kendini tanımaksızın, kusurlarının farkına varmaksızın yaşayan, başka kalıpların içine sığınan insan, mutluluğu nasıl yakalayacak?"

22 Ocak 2015 Perşembe

Sandman / Merhametliler - Neil Gaiman

Kış Okuma Şenliğinin benim için en kolay kategorisi bu oldu. Zaten Sandman serisinin tüm kitaplarını almıştım, bu nedenle sıradaki kitabı zevkle öne aldım. Daha önce belirtmiştim serinin sekizinci kitabında biraz yavaşlama olmuştu, diğer kitaplara nazaran Dünyaların Sonu'nu daha az sevmiştim. Ama dokuzuncu kitaba bayıldım :). Kabul etmek gerekirse hüzünlüydü ancak en serinin en heyecanlı kitaplarından birisiydi. Serinin sekizinci kitabını yazarken size son sayfada yer alan bir cenaze töreninden söz etmiştim ve neden bütün Ebediler'in orada olduğunu ve kimin cenazesi olduğunu merak ettiğimi söylemiştim. İşte bu kitapta cenazenin kime ait olduğunu ve sebepleriyle birlikte sürecini öğreniyoruz. Hem -spoiler- olmaması açısından hem de oldukça hüzünlendiğim için kim olduğundan bahsetmek istemyorum -ki eğer seriyi takip eden biriyseniz öğrenmek istemeyeceksiniz zaten. Bu arada Merhametliler'in kim olduğunu açıklayalım: Her ne kadar intikam tanrıçaları olsa da, onlar kendilerinin övülmesinden hoşlanan üç jenerasyona ait kadın görünümlü yaratıklar. Yunan mitolojisinde "Erinyesler" olarak bilinen öç alma tanrıları insanların öfkelerinden beslenirler ve bazı kaynaklara göre vicdanın sesi onlara aittir. Bu kitapta daha önceki sayılardan tanıdığımız ve dünyada bebeğinden başka kimsesi olmayan Lytha Hall, bebeği kendisinen alınınca Merhametliler ile bir anlaşma yapar. Öfkesi kendisini yönlendirirken yaptığı seçimlerin neye yol açacağını öngöremeyen Lytha, karanlık güçlerin arasında yeni bir savaşa neden olur bir süredir beklenen sonlar yaşanır.

Muhtemelen en uzun Sandman hikayesiydi ancak yaşanan her şey neredeyse tek bir olayın çevresinde dönüyor. Lytha Hall'ın öfkesinin ona çizdiği yol ve Düş Lordu'nun uzun zaman önce planladığı yeni hayat yeni seride nasıl devam edecek meraklar bekliyorum. Tabi bir de Rose Walker var, İhtiras'ın fani torunu, eminim tekrar yeni kitapta boy gösterecektir. Yoksa siz hala Sandman serisini okumadınız mı?

"Size okulda öğretmedikleri şeylerin listesini yapıyorum: Birini nasıl seveceğinizi öğretmiyorlar. Size nasıl ünlü olacağınızı öğretmiyorlar. Size nasıl zengin ya da fakir olacağınızı öğretmiyorlar. Size artık sevmediğiniz birinden nasıl uzaklaşacağınızı öğretmiyorlar. Size başka birinin aklında neler olduğunu nasıl bileceğinizi öğretmiyorlar. Size ölmekte olan birine ne söyleyeceğinizi öğretmiyorlar. Size bilmeye değer bir şey öğretmiyorlar."

Sandman 8: Dünyaların Sonu
http://mahrem-i-esrar.blogspot.com.tr/2014/12/sandman-dunyalarn-sonu-neil-gaiman.html

12 Ocak 2015 Pazartesi

Deli Kızın Türküsü - Gülten Akın

Kış Okuma Şenliği için şiir kitabı seçerken pek zorlanmadım zira evde okunmayı bekleyen beş-altı adet şiir kitabı vardı. Uzun süredir beklettiğim bu kitabı seçtim ben de. Gülten Akın'ın Hukukçu olduğunu, younlar yazdığımı ve bazı şiirlerinin bestelendiğini biliyordum ancak şiir kitabını hayatını okuyunca ne kadar üretken bir şair olduğunu anladım. Memur olan eşinin görevi sebebiyle Anadolu'nun pek çok yerini dolaşan şair, gözlem yeteneği ile sanatını da birleştirerek pek çok şiirine folklorik ögeler katmış. Şiirlerini toplum için yazan Gülten Akın, bu durumu "halkta var olan öz ve biçimi diyalektik olarak yükseltmek, şiiri yükseltirken halkın yaşamının ve yaşam biçimlerinin yükselmesine yardımcı olmak" olarak açıklar. İlk şiiri Çin Masalı "Son Haber" gazetesinde 1951 yılında yayınlanmış (o yıllarda haftalık & aylık dergiler ve gazetelerde böyle faydalı yayınlar yapılıyormuş anladığım kadarıyla). İlk şiirlerinin yayınlandığı dönemde benimsenen akım İkinci Yenici olduğundan olsa gerek, doğa, aşk, ayrılık ve yalnızlık gibi temalar ağırlık kazanırken 1970'lerde toplumsal sorunlara yönelmiş ve halk şiiri geleneğinden de yararlanarak kaynağını halkın yaşamından alan şiirler de yazmaya başlamıştır. Muhtemelen şiirlerinin on bir dile çevrildiğini ve yurtdışında çeşitli akademik çalışmalara konu olduğunu bilmiyorsunuzdur :) (ben de yeni öğrendim). Ancak popüler kültür sevenlerin Gülten Akın'ın şiirlerinin başta Zülfü Livaneli, Grup Yorum ve Sezen Aksu olmak üzere pek çok sanatçı tarafından bestelendiğini bildiğinden eminim (Sezen Aksu'nun 1993 tarihli albümününm adıdır: Deli Kızın Türküsü).

Yapı Kredi Yayınlarından çıkan şiir kitaplarını okumayı daha çok seviyorum zira kısa ve öz oluyor, şairlerin sevilen şiirleri bir araya toplanmış oluyor ve kolaylıkla okunuyor. Böylelikle şairi severseniz eğer, diğer kitaplarını da alıp okumamanız için hiçbir engel yok :). Şiir okumayı seviyorsanız bu minik şiir kitaplarından mutlaka edinin, zevkle okuyacağınızdan eminim: "Bir roman kadar uzun bu tümce / Sonra işte yaşlandım."

-Deli Kızın Türküsü-
Sana büyük caddelerin birinde rastlasam
Elimi uzatsam tutsam götürsem
Gözlerine baksam gözlerine konuşmasak
Anlasan

Elimi uzatsam tutamasam
Olanca sevgimi yalnızlığımı
Düşünsem hayır düşünmesem
Senin hiç haberin olmasa
Senin hiç haberin olmaz ki
Başlar biter kendi kendine o türkü
............

-İlk Yaz-
Ah, kimselin vakti yok
Durup ince şeyleri anlamaya

Kalın fırçalarını kullanarak geçiriyorlar
Evler çocuklar mezarlar çizerek dünyaya
Yitenler olduğu görülüyor bir türküyü açtılar mı
Bakıp kapatıyorlar
Geceye giriyor türküler ve ince şeyler
..............

8 Ocak 2015 Perşembe

Brida - Paulo Coelho

Tarz olarak diğer Paulo Coelho kitaplarından farklı olmasa da, daha çok beğenerek okuduğum kitapları olmuştu diye düşünüyorum. Belki de ilk kitaplarından birisi olduğu için (Hac ve Simyacı'dan sonra 1990 yılında yayınlanan romanıdır, Türkiye'de geç yayınlandı nedense) böyle düşünmüş olabilirim. Kitaplarında genelde bambaşka bir coğrafyaya ait karakterlerin bakış açılarını kullanmayı seven Coelho, bu kez İrlanda'da "ruh-eşini" arayan bir kızın hikayesini anlatıyor (aslında en başta aradığı büyü ve bilgelikti). Kitapta anlatılanlara göre, bir reenkarnasyonda insanlar dünyaya ruh-eşiyle beraber gelmekte ve ruh-eşini bulabilenler kendilerini tamamlayabilmektedir (nadiren iki ruh-eşi aynı anda aynı reenkarnasyonda bulunabilmektedir). Ruh eşini tanımanın yolu gözlerindeki ışığı görebilmekte (ilk görüşte aşk dedikleri) veya Ay töresini öğrenebilmekte (omuzundaki ışığı görmek) yatmaktadır.  Bu süreci öğrenebilmek adına ormanda yaşayan Büyücü'yü bulan Brida Güneş Töresini öğrenmeye başlar (korkularıyla başa çıkmayı öğrenir) ancak daha sonra yolu bir şekilde Wicca'ya düşünce  Ay Töresini de öğrenmeye başlar. Wicca Brida'nın geçmiş yaşamına giderek hayata karşı bakış açısını tamamen değiştirir. Wicca'nın öğretileriyle Brida, dans etmeyi ve cadılık uygulamalarını öğrenir ve eğitiminin sonunda cadılığa kabul töreninden geçerek ritüeli tamamlar. Artık ruh eşini omuzundaki ışıktan tanıyabilen Brida, ruh-eşini mi seçecek yoksa herhangi bir mantığa dayanmak zorunda olmayan "aşk"ı mı seçecektir?
 
Güzel bir kitaptı ancak diğer Paulo Coelho kitapları kadar etkileyici bulmadım, yalnızca aralara serpiştirilmiş felsefi sözler, diğer kitaplara yaptığı atıflar ve ilginç kavramları öğrenmek açısından okunabilir bir kitap olduğunu düşünüyorum (Örneğin, Wicca kelimesi kökleri Hristiyanlık öncesine dayanan yeni-pagan çok tanrılı dini inanış anlamına gelmektedir). En çok beğendiğim bölümlerden birisi Simyacı'ya atıf yapılan yer oldu (s. 121). Büyücü'nün Santiago ile karşılaşması muhtemelen Simyacı'yı okuyanların dikkatini çekmiştir: "Tanrı'nın çobanlara özel bir sevgisi vardır. Onlar doğaya, sessizliğe, sabretmeye alışık insanlardır. Evrenle iletişim kurmak için gerek meziyetlerin hepsine sahiptirler." Son sayfadaki Kazanblanka filmine yapılan gönderme de benim ilgimi çeken noktalardan birisiydi: "Sana bakmanın şerefine".

"Wicca: ..... Her yeni yaşamda bu Ruh-eşlerinden en az birini bulmak için gizemli bir zorunluluk duyarız. Onları ayırmış olan büyük aşk, onları yeniden bir araya getiren aşkla mutlu olur.

- Peki Ruh-eşimin kim olduğunu nasıl anlayacağım?

Brida'ya 'Risk alarak' dedi. 'Başaramamak, hayal kırıklığı, yanılmak gibi riskler alarak, ama Aşk'ı aramaktan hiç vazgeçmeyerek. Aramaya devam ettiğin sürece, sonunda zafere ulaşırsın."

2 Ocak 2015 Cuma

Senden Önce Ben - Jojo Moyes

Aşk romanlarını veya "bestseller" adını verdiğimiz popüler kültüre hitap eden kitapları okumak için pek tercih etmem (zaten blogumu takip edenler olarak bunun farkındasınız). Ancak kış okuma şenliğinde var olan kategorilerden birisi olan "size ait olmayan bir kitap" kategorisi için kitap rica ettiğim arkadaşım bana bu kitabı getirdi. Kitap hakkında yazmadan önce belirtmek isterim ki kitabın arkasında yazanlar bizi yanlış yönlendiriyor: Peki asık suratlı, aksi ve geçimsiz Will, Lou'nun rengarenk yaşamıyla karşılaşırsa neler olur? Mucizelere inanmıyorsanız durup bir kez daha düşünün. Bunu okuyunca sanıyorsunuz ki hayata negatif bakan bir adam (tamam bu kısmı doğru) çok neşeli bir kızla karşılaşınca (bu kısmı tartışılır, biraz aptal gibiydi nitekim) bütün bakış açısını değiştirir ve sıradışı bir çift olurlar (alışılagelen her hikayede olduğu gibi). Bu açıdan kitabın hakkını vermem gerek, beklediğimden çok farklıydı. Rahatlatıcı sonları hedefleyen ve basit aşk hikayelerini anlatan bir hikayeyle karşılaşmadım. Zorlukla geçinen bir ailenin kızı olan Lou, işini kaybettikten sonra geçirdiği bir kaza sonrası tekerlekli sandalyeye mahkum olan Will'in yanında dolgun bir ücretle altı aylığına "bakıcı" (aslında daha ziyade "oyalayıcı") olarak çalışmaya başlar. Zengin bir ailenin çocuğu olan ve kaza geçirmeden önceki hayatını dolu dolu yaşamış olan Will'in içinde bulunduğu durumu kabullenmesi oldukça zordur ve birkaç kere de intihara teşebbüs etmiştir. Durum o kadar umutsuzdur ki ailesi en sonunda kendisinden altı ay süre isteyerek ötenazi isteğini kabul etmek zorunda kalmıştır. Herkes umudunu bu süreçte Will'in fikir değiştirmesine bağlamıştır.

Oldukça hüzünlü bir kitap olduğunu kabul etmek gerek. Özellikle empati yaptığınızda, bazı acı gerçeklerle yüzleşiyorsunuz. Belki de daha önce sormadığınız bazı soruları kendinize soruyorsunuz: İki irade çarpıştığında kim kimin hayatını etkisi altına alır? Günün birinde her şeyimizi kaybedersek biz hayata nasıl bakarız, nasıl bir insan oluruz? Veya en önemlisi yaşanılan hayat yalnızca yaşayan kişiye mi aittir? Mükemmel bir kitap değil, ancak her kitap size bir şeyler öğretmek zorunda değildir zaten, bu kitap ile en azından şükretmeyi öğrenebilirsiniz. Vaktiniz varsa okumanızı tavsiye ederim.

"Başına böyle şeyler gelecek bir insan değildim. Ya da en azından, olmadığımı düşünürdüm. Hayatım oldukça düzenli, modern standartlarda ve sıradan bir hayattı."

"Kötü deneyimlere rağmen hala bir umut olduğunu görmek istiyorsan dışarıda geçirilecek eğlenceli bir gün ayarla."