Powered By Blogger

26 Ekim 2015 Pazartesi

Ölüm İlanı Yazarı - Ann Hood

Bu kitabı D&R'ın dönem dönem oluşturduğu indirimli kitaplar standından aldım, o nedenle okumaya başlamadan önce nasıl bir kitapla karşılaşacağımı bilmiyordum (maalesef bazen bu tür kitapları sevmeyebiliyorum). Kitaba başlarken de iyi duygular içinde olmadığımı itiraf etmek isterim ancak ilerledikçe hem çok sevdim hem de hiç bitmesin istedim. Kitapta karakter olarak birbirinden farklı iki kadının farklı dönemlerdeki (50 yıllık bir farkla) hayatları anlatılmaktadır. 1960 yılında (Kennedy dönemi) Virginia'da kadınların henüz tam özgürleşemediği ve toplumun kendilerinden beklentilerinin "iyi bir ev kadını olmak" yönünde olduğu bir dönemde kocasıyla sorunları olan Claire ile başlıyoruz hikayeye. Mutlu bir evliliği, maddi açıdan hiçbir sorunu olmayan ideal bir kocası ve tam bir aile olmalarını sağlayan bir de kız çocukları olmasına rağmen evliliğin rutin gidişinden hoşnut olmayan Claire, hayatında tam anlamlandıramadığı bir şeylerin eksikliğini duyumsar. Hayatına her anlamda müdahale eden ve onu edilgenleştiren kocası Peter'in gün geçtikçe daha çok yaşam enerjisini çektiğinin farkına varan Claire, kendisini "birey" olarak hissedeceği başka arayışlara girecektir. Aynı şekilde hikaye elli yıl öncesine akarak toplumun kalıplarına uymayı reddeden Vivien Lowe ile tanıştırır bizi. 1906 San Francisco depreminde deyimi yerindeyse her şeyini kaybeden Vivien yaralı kalbinin ve yaşadığı kederin tesellisini  başka insanları son yolculuklarına şiirsel bir ölüm ilanı ile yollayarak bulur. Ölüm ilanı yazarlığı yaptığı insanlar tanıdığı kişiler değildir, yalnızca hayat hikayelerini sevdikleri aracılığıyla dinleyerek metnini yazar, acının insanları nasıl değiştirdiğini tekrar tekrar gözlemler. Vivien'in gözlemleri o kadar çarpıcıdır ki, insanların yaşadıkları ölüm acılarını somut olarak hissedersiniz (Yazarın kendi kızını da kaybettiğini öğrendiğinizde kendi acılarını çok net aktardığını da düşünebilirsiniz).

Peki bu iki kadını karşılaştıran veya ikisinin de hayatında ortak olan ne? Hem karakter hem de yaşam tarzı olarak farklı olan bu iki kadının birbirleriyle paylaşacak neyi olabilir? İnanın ben de kitabın sonuna kadar bunu merak ettim. Sürprizlerle dolu bir eser, Claire ve Vivien'in ilişkileri ve meydan okumaları incelikle kurgulanmış. Kadının toplumdaki yerini ve toplumun dayatmalarını sorgulayan bu kitabı okunmanızı mutlaka tavsiye ederim. Hakkında sayfalarca yazı yazılabilecek ve her karakterin davranışının incelikle düşünüldüğü bir eser var karşınızda!
 
"Keder insana kendini suçlu hissettirirdi. Beş dakika geç kaldığı için, yanlış tramvaya bindiği için, bir öksürüğü göz ardı ettiği için ya da çok derin uyuduğu için suçlu hissettirirdi. Suçluluk ve keder el ele gezerdi."

16 Ekim 2015 Cuma

Canistan - Yusuf Atılgan

İlk olarak 2000 yılında yayınlanan bu eser aslında yazarın ölümü sebebiyle tamamlanamamıştır. Yazar kitabının dört bölümden oluşmasını istemiş: "Duruşma", "Yargıç", "Tanık" ve "Sanık". Ancak ömrü vefa etmediği için son bölüm olan "Sanık" bölümünü yazamamış. Bu konuda kitabın arkasında yazan ifadeye katılıyorum, bu durum kitabı "yarım kalmış bir roman" yapmıyor, fakat yine de eksikti. Eski bir hesaplaşmanın, hesap soran şahsın ve olaya tanık olan kişinin hikayesinin anlatıldığı kitapta, hesap sorulan kişi olan ("Sanık") neler düşündüğünü okuyamadığıma ben üzüldüm, keşke kitap bugünlere tamamlanmış olarak gelseydi. Tabi bu kısmı kendi hayal gücüme bırakarak, yazarın çok özgün bir teknik izlediğini ve özgün karakterleri konu aldığını belirtmek isterim (Sanık bölümü yazılamadığı için kitabın en dikkat çekici karakterinin Selim olduğunu söyleyebiliriz). Kitap Osmanlı'nın son dönemlerinde (1907-1922) Manisa civarında bir köyde yaşayan ve yoksul bir ailenin oğlu olan Selim'in yıllar sonra çete üyesi olarak geri dönerek daha önce yanaşmalık yaptığı çiftlik sahibinin oğlu Tokuç Ali'ye eski bir olayın hesabını sormasıyla başlıyor.  Kitabın bu girişi oldukça sarsıcı olsa da, devam eden olaylar silsilesi daha farklı bir çerçevede ve daha naif ilerliyor. Çocukluk arkadaşına işkence eden Selim'in ahlaki yapısı ve olaylara verdiği tepkiler ve hayatı algılayış biçimi tüm açıklığıyla okuyucuya açılıyor. Aynı şekilde olaylara tanık olan arkadaşı Kadir'in de yaşantısına bir göz atıyoruz ancak sanığın geçmişi maalesef muallakta kalıyor.  
 
Yusuf Atılgan kitabının adını neden Canistan koydu  (ya da sonradan mı bu isimle adlandırıldı) bilmiyorum ancak yazarın kitap için ilk düşündüğü isim "İşkence"ymiş, sanırım bu hikaye için bu ad daha uygun olurdu. Zira içinde anlatılan karakterlerin bir nevi (fiziksel ve psikolojik) işkence yaşadıklarını söylemek mümkün. Bununla beraber kitabın anlatımı oldukça sade olmasına rağmen kurgusunu ve anlatım biçimini beğendim ancak Yusuf Atılgan'ın diğer kitaplarını daha çok beğendiğimi itiraf etmek isterim. Yazarın bu kitabı bana Sabahattin Ali'yi anımsattı ancak Sabahattin Ali'nin gözlemleri daha başarılı kanaatimce.

"...Nerdeyse kardeş gibiydiler. Sonra bir gün Selim hiçbir neden göstermeden bırakıp gitmişti. Onurlu, inatçı bir oğlandı, bir şeyden alınmış olacaktı; Ali'nin yalvarmalarını dinlememiş, üstelik köyden ve anasından da ayrılıp gitmişti."

Yusuf Atılgan - Aylak Adam:
http://mahrem-i-esrar.blogspot.com.tr/2015/03/aylak-adam-yusuf-atlgan.html

Yusuf Atılgan - Anayurt Oteli
http://mahrem-i-esrar.blogspot.com.tr/2013/10/anayurt-oteli-yusuf-atlgan.html

7 Ekim 2015 Çarşamba

Cümlemiz - Ziya Osman Saba

Muhtemelen lise yıllarından anımsadığınız üzere, Cumhuriyet Dönemi şairleri arasında belirli akımlar vardı; Garip Akımı, İkinci Yeniciler gibi. Ziya Osman Saba da Yedi Meşaleciler'in kurucularından biridir. Yedi Meşaleci'ler 1928 yılında yayınladıkları "Yedi Meşale" adlı edebiyat dergisi ile adını duyuran altı şair ve bir öykü yazarından oluşan bir topluluktur. 1928'de yayınladıkları "Yedi Meşale" adlı ortak kitapta yazılarını bir araya getiren topluluk şu isimlerden oluşmaktadır: Ziya Osman Saba; Yaşar Nabi Nayır; Sabri Esat Siyavuşgil; Muammer Lütfi; Cevdet Kudret; Vasfi Mahir Kocatürk; Kenan Hulusi. O dönemdeki edebi akımlar gibi bir önceki akıma tepki olarak ortaya çıkmıştır. Şiirde yenilik ve canlılık hedefleyerek Fransız şiirini örnek almak istemişlerdir. Hedeflerini ne kadar gerçekleştirdiler bilemiyorum ancak topluluğun en genç üyesi olan Ziya Osman Saba'nın da diğer üyeler gibi Türk Edebiyat Tarihinde hatırı sayılır bir yeri olduğunu söyleyebilirim. Şiirlerini Meşale Dergisi, Varlık Dergisi veya Milliyet gazetesi gibi tanınmış platformlarda yayınlayan şairin "Sebil ve Güvercinler" adında bir şiir kitabı da hayattayken basılmıştır. Şiirlerinde (en azından okuduğum bu Cümlemiz derleme kitabından tespit ettiğim kadarıyla) çocukluk ve gençlik yıllarında özlem (ilk şiirleri), melankoli (muhtemelen mutsuz geçirdiği evlilik yılları), yaşamın küçük sürprizlerinden mutluluk çıkarma ve yaşama sevinci ve ilerleyen yaşlarına ait şiirlerinde ise ölüm konularının işlendiği görülmektedir. Şairin şiirlerinde genellikle serbest ölçüyü tercih etmektedir.

Ziya Osman Saba ağırlıklı olarak şiir yazsa da, öyküleri ve tercüme eserleri de mevcuttur. "Yetişir" ve "Gökyüzü" adındaki şiirlerini sizinle paylaşmak isterim, şiire meraklıysanız, kitabını alıp okumanızı da tavsiye ederim:

Beni hatırladıkça
Ara sıra gönlümü al.
Sokakta görünce, gülümse
Yanıma yaklaş
Az elin elimde kal.

Evine misafir geleyim,
Kahvemi sen pişir.
Taze doldurulmuş sürahiden
Bir bardak su ver
Yetişir...
-----------------------
Bakmak istiyorum günler günü gökyüzüne
Nere olursa olsun, yatıp sırtüstü yere,
Damlardan, bacalardan, duvarlardan öteye
Bakmak istiyorum günler günü
Gökyüzüne.