tag:blogger.com,1999:blog-30551239959899602842024-03-13T16:36:17.557+02:00Mahrem-i Esra'rHiçbir şey, iyi bir kitap kadar keyif vermez, heyecanlandırmaz, ilham vermez, teşvik etmez, eğitmez, büyülemez veya eğlendirmez ❤ ❤mahrem-i-esrarhttp://www.blogger.com/profile/08434903870117649488noreply@blogger.comBlogger311125tag:blogger.com,1999:blog-3055123995989960284.post-11838931236324110102022-09-09T20:15:00.010+03:002022-09-09T20:37:47.373+03:00Düşüş - Albert Camus<p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;"><span style="text-align: left;"><div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;"><span style="text-align: left;"><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj2zC_RFCiMcVuP3Qg04ad8G3C3VZ7xEu6yEy5GeiSf9wYguXvmOYo0oETfIV4Vj373lm4A22CQSu9Pvg1V8k3jRIoi7vvCg9aTqQ5SCApK8jZA-7I9lxkoIa4uXO4JPeAupXiggr2nWyg_1CJNy5WKK8Hujoattcu6P06GeCUaePnCXVOp2k1JTVgLfA/s600/0000000064648-1.jpg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="600" data-original-width="383" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj2zC_RFCiMcVuP3Qg04ad8G3C3VZ7xEu6yEy5GeiSf9wYguXvmOYo0oETfIV4Vj373lm4A22CQSu9Pvg1V8k3jRIoi7vvCg9aTqQ5SCApK8jZA-7I9lxkoIa4uXO4JPeAupXiggr2nWyg_1CJNy5WKK8Hujoattcu6P06GeCUaePnCXVOp2k1JTVgLfA/s320/0000000064648-1.jpg" width="204" /></a></div></span></div></span></div><p></p><div style="line-height: 150%; margin: 6pt 0cm;"><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: inherit;"><span style="line-height: 150%; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: "Times New Roman";">Nobel Edebiyat ödüllü
yazar Albert Camus’un yaklaşık yetmiş yıl önce yayınlanan kitabı Düşüş (<i>La Chute</i>) yazarın “Veba” ve “Yabancı”
kitapları ile birlikte başyapıtları arasında sayılır. Düşüş, temelde birinci
şahıstan aktarılan monologlar halinde ve yalın bir anlatım<span style="font-family: inherit;">la ilerleyen ve herhangi
bir doğru ya da yanlışı öne çıkarmaya çalışmadan modern insanı ve onu kuşatan
dünyanın çelişkilerini derinlemesine sorgulamayı amaçlayan bir kitap olarak öne
çıkar. Zaten varoluşçuluk ile ilgilenen Camus’un aynı zamanda absürdizm akımının öncülerinden olduğu düşünüldüğünde, Düşüş kitabının okuyucuya vadettiklerinin
ne olduğunu tahmin etmek de zor değil. </span></span><span style="font-family: inherit;">Kitaptaki hikâye Paris’te
oldukça başarılı bir avukat olduğu satır aralarında kendisini övmesinden
anlaşılan Jean-Baptiste Clamence’in Amsterdam’da Mexico-City adında köhne bir
barda yeni tanıştığı adama yaptığı itiraflar ile başlıyor. Öncelikle, yeni
tanıştığı bu adama kendinden bahseden Clamence’in eskiden hayatının ne kadar düzgün
ve kendisinin de yeri geldiğinde para almadan avukatlık yapacak kadar
iyiliksever bir insan olduğu anlaşılıyor. Kendi deyimiyle soylu davalarla
ilgilenen, nezaketiyle tanınan ve aynı zamanda cömertliğiyle bilinen ve meslek
etiği konusunda da kusursuz davranışlar sergileyen Clamence’in hikayesi kısa
bir süre sonra kaf</span></span>ası karışık birinin buhranları olarak karşımıza çıkıyor. Öyle ki, yeni tanıştığı bu kişiye mesleğini tanıtırken “<i>eskiden avukattım ama şimdi tövbekâr bir yargıcım</i>” şeklindeki ifadesi bile kendi içindeki çelişkileri hakkında en baştan fikir veriyor.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">Camus’un kitabın ana karakterinin mesleğini “avukat” olarak seçmesi de bir tesadüf olmasa gerek. Çünkü Clamence’in kafasındaki terazinin ibresi tamamen içinde bulunduğu anda kendisini nasıl savunduğuna bağlı olarak bir o tarafa bir bu tarafa doğru hareket eder. Kendisinin doğru ve yanlış davranışları hakkında yargılama yaparken, bazen umursamaz bazen de acımasız olması da bunu kanıtlar nitelikte. Bu nedenle başlarda başarılarını anlatarak başlayan yargılamaları zamanla başarısızlıklara dönüşür. En sonunda günahının telafisi için son bir şans diler: “<i>Ey genç kız, kedini tekrar suya at da her ikimizi kurtarma şansına bir kez daha ereyim! Bir kez daha mı? Amma ihtiyatsızlık! Ya söylediklerimizi hemen kabul ediverirlerse, üstadım? O zaman dediğimizi yapmamız gerekir. Brr!... Su ne kadar da soğuk! Ama yüreğimizi ferah tutalım! Artık çok geç, her zaman da geç olacak. Çok şükür</i>!”</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">Siz de henüz okumadıysanız kendi hayatının yargıcı olmaya soyunan Clamence’in size anlatmak istediklerine bir kulak verin. Clamence kendisinden bahsederken sanki köhne barda yanında oturan, konuştuğu ve muhatap aldığı kişi sizmişsiniz gibi hissedeceksiniz. Hatta bazı yerlerde zihninizden geçen soruları yanıtlaması sizi şaşırtacak bile diyebiliriz. İyi okumalar şimdiden!</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">Yabancı kit<span style="font-family: inherit; text-align: justify;">abı hakkında yorumlarım için </span><a href="https://mahrem-i-esrar.blogspot.com/2013/03/yabanc-albert-camus.html " style="font-family: inherit; text-align: justify;">tıklayınız</a></div></div>mahrem-i-esrarhttp://www.blogger.com/profile/08434903870117649488noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3055123995989960284.post-73325477312934087312022-07-04T10:58:00.012+03:002022-07-04T19:28:27.723+03:00Empedokles'in Dostları - Amin Maalouf<p style="text-align: justify;"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgJwIccSQ6TU_PKFoSqsty3qHuF_VM5YgGflWDgDWOHDW1uGD0FggRE4WLzBefIdGJ-ZPKamMhXlwbe-F-_q27QwpZqcMQrYul_LO10dSoDSMhPO3_dHH--BAANwIO8XJeUi69VqDH9wZem9TYFBgE39xfpro_czj9XByc1SQx4-bit3ZcmZmA-Ii0WNg/s400/0001905622001-1.jpg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="400" data-original-width="257" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgJwIccSQ6TU_PKFoSqsty3qHuF_VM5YgGflWDgDWOHDW1uGD0FggRE4WLzBefIdGJ-ZPKamMhXlwbe-F-_q27QwpZqcMQrYul_LO10dSoDSMhPO3_dHH--BAANwIO8XJeUi69VqDH9wZem9TYFBgE39xfpro_czj9XByc1SQx4-bit3ZcmZmA-Ii0WNg/s320/0001905622001-1.jpg" width="206" /></a></div><div style="text-align: justify;">Merhaba! Buraya yeni bir gönderi yazmayalı o kadar uzun zaman oldu ki. Tabi bu zaman zarfında -eskisi gibi olmasa da- kitap okumaya devam ettim ancak günlük hayatın temposunda okuduğum kitaplar hakkında yazacak vaktim olmadı diyebilirim. Bu atalet zincirini Amin Maalouf'un son kitabıyla kıracağımı umarak yazıma başlıyorum. Öncelikle belirtmek isterim, Amin Maalouf sevdiğim yazarlar arasındadır, zaten blog yazılarıma göz gezdirirseniz başka kitapları hakkında da yazılarımı bulabilirsiniz. Kitaba geçersek, bu hikayesinde Maalouf bizi Atlas Okyanusu kıyısındaki bir takımadanın en küçüğü olan Antioche adasına götürüyor. Bu adanın iki sakini var: Birisi Fransız kökenli bir Kanadalı olan ve gazete ve dergilere karikatür çizerek adada sakin bir hayat geçirme umudunda olan Alexandre, diğeri de ilk romanı çok popüler olan ancak başka elle tutulur bir çalışması olmayan yalnız romancı Eve Saint-Gilles. Bu iki ada sakininin birbirlerini asla rahatsız etmeden aynı adada sürdürdükleri sakin hayat, bir gün dünyada nasıl olduğu anlaşılamayan bir iletişim kopukluğunun hasıl olmasıyla yakınlaşmaya dönüşür. Aslın her şey biraz tuhaftır, ne elektrik, ne internet ne de telefon çalışmaktadır, her şeyden daha korkutucu olan şey radyo sinyaller dahi yanıt vermemektedir. Gerçeğe erişim araçlarının çalışmıyor olması zaten başlı başına kötüyken, bir de çok az insanın yaşadığı bir takımada söz konusu olunca iyice korkutucu hale gelir. Bu sessizliğin gizemi birkaç gün içinde çözülür fakat bu süre zarfında dünya kendilerine Empedokles'in Dostları adını veren esrarengiz ve nereden geldiği bilinmeyen bir grup insan ile tanışır. Empedokles'in Dostları ileri derece tıp ve teknoloji bilgisine sahiptir ve çok uzun yıllardır dünyada yaşadıkları rivayet edilmektedir, ancak gerçekten kim oldukları ve dünyanın geri kalanında yaşayan insanlardan ne istedikleri konusunda henüz herkesin net bir yargısı yoktur. </div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">Bu kitap Amin Maalouf'un muhtemel yakın gelecek tasviri yaptığı ilk eseri değil, <i>Beatrice'den Sonra Birinci Yüzyıl</i> da olası bir yakın gelecek distopyası tasvir etmekteydi. Tabi bu hikayeye distopya demek tam doğru olmaz, ama bir ütopya da olduğunu söyleyemeyiz. Zaten kitaptaki insanların bakış açısının da bu noktada farklılaştığını göreceksiniz. Ayrı bir not olarak, kitabın hikayesinin kurgusunun zayıf kaldığını ve karakterlerin bazılarınınçok havada kaldığını düşünüyorum. Fakat belki de söz konusu yazar Amin Maalouf olunca biraz acımasız davrandım, belki de beklentisiz okusaydım bu kitabı daha çok sevecektim, onu bilemiyorum şu an. Son olarak, okuduğum kitaplardan sevdiğim yerlerin altını çizmeyi seviyorum ve paylaşmayı seviyorum. Bu kitapta da Amin Maalouf'un sessizliğe dair yazdıkları adını koyamadığım tanıdık hisleri anımsattı:</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">"<i>Birden sessizlik çöktü. Ortalık zaten sessizdi ama sessizdi ama sessizliğin içinde de kademeler, derinlik farkları vardır. Bu farklı sessizliği nasıl duyumsadığımı söyleyemeyeceğim. radyomun düğmesine bastım: Dalgalı vızıltı yeniden başlamıştı.</i>.."</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><i>Beatrice'den Sonra Birinci Yüzyıl</i> kitabı hakkındaki yorumlarım için <a href="https://mahrem-i-esrar.blogspot.com/2016/11/beatriceten-sonra-birinci-yuzyl-amin.html">Tıklayınız</a> </div><p></p>mahrem-i-esrarhttp://www.blogger.com/profile/08434903870117649488noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3055123995989960284.post-4252668901301271712021-01-28T19:42:00.001+02:002021-01-28T19:42:10.549+02:00Antonius ve Kleopatra - William Shakespeare<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;"><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-ldg7wQcVcf8/YBL3ME-Oa-I/AAAAAAAAKDQ/QxnknoXtIygBy42d00i6ncnXQFQW7TBwACLcBGAsYHQ/s400/418tLxLjCDL._AC_SY400_.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="400" data-original-width="280" height="320" src="https://1.bp.blogspot.com/-ldg7wQcVcf8/YBL3ME-Oa-I/AAAAAAAAKDQ/QxnknoXtIygBy42d00i6ncnXQFQW7TBwACLcBGAsYHQ/s320/418tLxLjCDL._AC_SY400_.jpg" /></a></div><span style="text-align: left;">Ara sıra Shakespeare okuyorum. </span></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;"><span style="text-align: left;"><br /></span></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;"><span style="text-align: left;"><br /></span></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;"><span style="text-align: left;"><br /></span></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;"><br /><span style="text-align: left;"><br /></span></div><br />mahrem-i-esrarhttp://www.blogger.com/profile/08434903870117649488noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3055123995989960284.post-24807556795637032202020-12-31T22:04:00.003+02:002020-12-31T22:04:37.212+02:00Kitapmahrem-i-esrarhttp://www.blogger.com/profile/08434903870117649488noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3055123995989960284.post-58245928616211224292020-03-31T23:20:00.001+03:002020-05-07T16:18:45.146+03:00Duvar - Attila İlhan<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<div style="text-align: justify;">
<a href="https://1.bp.blogspot.com/-Z9Ww-sC6tK4/XrP9NPkEmuI/AAAAAAAAJ1o/U-D25m-NCYMiTp-AWTCFHXRJ_igi9xfUQCLcBGAsYHQ/s1600/9436252.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="390" data-original-width="270" height="400" src="https://1.bp.blogspot.com/-Z9Ww-sC6tK4/XrP9NPkEmuI/AAAAAAAAJ1o/U-D25m-NCYMiTp-AWTCFHXRJ_igi9xfUQCLcBGAsYHQ/s400/9436252.jpg" width="276" /></a>Bu aralar dünyayı etkisi altına alan Pandemi nedeniyle içinde bulunduğumuz ruh halinin de etkisiyle kitap okumak veya daha farklı bir aktivite ile oyalanmak eskisinden de zor geliyor bana. Aslında tam tersinin olacağını tahmin ederdim zira uzun zamandır evden çalışıyorum ve bu durum çalışma saatlerim dışında bana eskisinden daha fazla boş zaman kazandırıyor. Sanırım karamsar ruh halim bir kitaba odaklanmamı zorlaştırıyor, şimdilik başka bir açıklama bulamıyorum :). Bu nedenle bana iyi geleceğini umarak bu kez Attila İlhan'ın ilk şiir kitabı olan <em>Duvar</em>'ı okumayı tercih ettim (seçtiğim kitabın adı çok manidar). Şiir okumayı severim, uzun zamandır da fırsat bulup okuyamıyordum, bu nedenle <em>Duvar</em>'ı sevdim. Attila İlhan'ın bu kitabındaki her bir şiirinde bir özlem, bir yalnızlık, bir yardım çığlığı, bir emek, bir sosyal mücadele var gibiydi. Diğer kitaplarından farklı olarak bu eserindeki şiirlerinde Anadolu kokusu ve Halk edebiyatı etkisi de vardı. Bu şiir kitabı yayınlandığında, daha doğrusu bu kitaptaki şiirlerini yazdığında Attila İlhan'ın çok genç olduğunu düşünürsek, belki de bunun nedenini arayış içinde olmasıydı. Ya da İkinci Dünya Savaşının toplumlar üzerinde yarattığı travma düşünüldüğünde, bu travmayı hisseden genç bir şairin gelgitleri şiirlerine bu şekilde yansımıştı, kim bilir.<br />
<br />
Aslında bu kitaptaki en sevdiğim şiiri buraya hem uzun olduğu için hem de merak edip kitaptan okumanız için alıntılamadım, en sevdiğim şiir kitaba adını veren "<em>Duvar</em>." Özellikle bu şiirin ikinci dünya savaşı içinde kahredilen bütün dünya duvarları için yazılmış olması beni bu aralar etkiledi. Bu konunun Pandemi nedeniyle duvarlar arasında kapalı kalmış olmamızla da ilgisi olduğunu düşünüyorum: <em>Ben bir duvarım hiç güneş görmedim / sen hiç güneş görmemiş bir başka duvar</em>. Şiir okumaktan herkes hoşlanmaz ama seviyorsanız ve henüz okumadıysanız, bu kitabı mutlaka tavsiye ederim!<br />
<br />
----<br />
sen ve ben<br />
realist şairle sevgilisi<br />
birbirimizin gözlerine bakarak<br />
yaşıyoruz bulutlar gibi<br />
şimdilik<br />
hayal kurarak<br />
----<br />
karanlığın insanı delirten bir ihtişamı vardır<br />
yıldızlar aydınlık fikirler gibi havada salkım salkım<br />
bu gece dağ başları kadar yalnızım<br />
<br />
çiçekler damlıyor gecenin parmaklarından<br />
dudaklarımda eski bir mektep türküsü<br />
karanlıkta sana doğru uzanmış ellerim<br />
gözlerim gözlerini arıyor durmadan<br />
neredesin<br />
---<br />
sarı baş örtülü bir kadın bir türkü yakmaktadır<br />
buğday yıkamış güneşte kurutmaktadır<br />
uzaktaki sevgilimi hatırlatırsınız bana<br />
ah benim memleketimin dokunaklı şarkıları</div>
</div>
mahrem-i-esrarhttp://www.blogger.com/profile/08434903870117649488noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3055123995989960284.post-87628379024046067832020-01-31T17:14:00.001+02:002020-01-31T17:14:18.741+02:00Kitap<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<br /></div>
mahrem-i-esrarhttp://www.blogger.com/profile/08434903870117649488noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3055123995989960284.post-78238871379132037482019-12-31T15:33:00.001+02:002019-12-31T15:33:26.047+02:00Kitapmahrem-i-esrarhttp://www.blogger.com/profile/08434903870117649488noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3055123995989960284.post-26877205383044548292019-11-30T13:09:00.002+02:002019-11-30T13:09:14.303+02:00Kitap <div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<br /></div>
mahrem-i-esrarhttp://www.blogger.com/profile/08434903870117649488noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3055123995989960284.post-29365924692738780262019-10-03T14:25:00.000+03:002019-10-03T14:25:04.796+03:00Ali ile Nino - Kurban Said<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://1.bp.blogspot.com/-gXQtZEyLG2Y/XZXaiN_i49I/AAAAAAAAJvM/mN5sN_XdVVQ74WeS3eovGugC2Cjl40zqQCLcBGAsYHQ/s1600/91%252BmH7bFOOL.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1600" data-original-width="1075" height="320" src="https://1.bp.blogspot.com/-gXQtZEyLG2Y/XZXaiN_i49I/AAAAAAAAJvM/mN5sN_XdVVQ74WeS3eovGugC2Cjl40zqQCLcBGAsYHQ/s320/91%252BmH7bFOOL.jpg" width="214" /></a></div>
<br /></div>
mahrem-i-esrarhttp://www.blogger.com/profile/08434903870117649488noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3055123995989960284.post-31165746338950503382019-08-15T13:46:00.002+03:002019-08-15T14:20:56.467+03:00Ölü Dalgıcın Sonbaharı - Onur Selamet<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://1.bp.blogspot.com/-A9kFgb0UwlY/XVU3xiAomxI/AAAAAAAAJt8/SiIPWmLHB_YwDVa1mWdBtutzwNBXbrxDwCEwYBhgL/s1600/select.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1600" data-original-width="1040" height="320" src="https://1.bp.blogspot.com/-A9kFgb0UwlY/XVU3xiAomxI/AAAAAAAAJt8/SiIPWmLHB_YwDVa1mWdBtutzwNBXbrxDwCEwYBhgL/s320/select.jpg" width="208" /></a></div>
<div style="text-align: justify;">
Hiç kimsenin yazma hevesini kırmak istemem (<i>zaten niye kırılsın ki</i>) ama bu kitabı pek beğendiğimi de söyleyemem. Aslında bu kitap elime nereden geçti onu da bilmiyorum. Evde bulup metro yolculuklarında rahatça okuyabileceğimi düşünerek çantama attım. Bir taraftan da kitabın arkasında yazan "mantık kaçarsa çizgi filmlere sığının" çok iddialı bir cümleydi, bu nedenle de kitaptaki öyküleri seveceğimi düşünmüştüm. İtiraf etmek gerekirse kitapta bulunan on iki öyküden sadece iki veya üç tanesini beğendim ki bunlar bile tüm detaylarıyla aklımda kalmadı. Kitapları yarım bırakmaktan da hoşlanmadığım için bitirene kadar okumaya devam ettim. Yazarın hikayeleri ne şimdiye kadar okuduğum fantastik hikayelere benziyor ne de söylediği gibi gerçekten bir mantığa oturuyor. Aynı zamanda soğuk ve kasvetli olduğu için okuma isteğinizi de alıp götürüyor. Elbette fantastik hikayelerin bir kalıbı yoktur, dilediğiniz gibi eğip bükebilirsiniz ancak okuduğunuzun herhangi bir sona varmadığını görmek de okuyucunun zevkini yok eden bir gerçeklik. Belki de devinim halindeki edebiyat yeni jenerasyonun isteklerine bu şekilde hitap ediyordur, çağdaş edebiyatı yeterince gözlemlemeden bunu bilemeyiz. Ama kendimle ilgili bir gerçek var ki ben dünyanın bir tarafı hep karanlık olduğu için değil, bir tarafı hep aydınlık olduğu için dünyayı sevenlerdenim.<br />
<br />
Hikayeler genç bir yazara ait olduğu için yazdıklarımla sizin okuma şevkinizi kırmak ve sizi de olumsuz etkilemek istemem. Soğuk, karanlık ve fantastik hikayeler ilginizi çekiyorsa siz de bu kitaba bir şans verebilirsiniz. Bu arada, anladığım kadarıyla Marşandiz Fanzin'in makinistliğini yapan yazarın iyi bir alt yapısı var, belki ileride bir gün farklı bir kitabını da okurum ama tedirgin bir şekilde okumaya başlayacağım kesin. İyi okumalar!<br />
<br />
"<i>Sarmaşığın başında il sonunda sandık var. Ölü dalgıçlarla tanıştığımda mutlaka dillerinden sarkan sandıklarda ne var diye bakarım. Bir harita bulduğumdaysa onların kostümlerini giyip kanlı canlı bir dalgıca dönüşürüm. Kasketlerindeki kaplumbağaları binlerce özürle yerlerinden edip ne kadar da centilmen olduğumu düşünürüm.</i>" </div>
</div>
mahrem-i-esrarhttp://www.blogger.com/profile/08434903870117649488noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3055123995989960284.post-63235833717268376452019-07-31T18:43:00.001+03:002019-08-16T15:01:52.791+03:00Yanlışlıklar Komedyası - William Shakespeare<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<div style="text-align: justify;">
<a href="https://1.bp.blogspot.com/-AjRnITsIQMo/XVabF_3z8pI/AAAAAAAAJuU/1BAdmZC4I801ZNEkU8GwttRhOW6GWhqkwCLcBGAs/s1600/yanlisliklar_9.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="537" data-original-width="328" height="400" src="https://1.bp.blogspot.com/-AjRnITsIQMo/XVabF_3z8pI/AAAAAAAAJuU/1BAdmZC4I801ZNEkU8GwttRhOW6GWhqkwCLcBGAs/s400/yanlisliklar_9.jpg" width="243" /></a>Doğrusunu isterseniz, içimden gelen Shakespeare'in tüm eserlerini bir çırpıda okumak fakat tümünün bir anda bitmesinden korktuğum için heyecanımı diri tutmak adına zamana yaymayı daha uygun buluyorum :). </div>
</div>
mahrem-i-esrarhttp://www.blogger.com/profile/08434903870117649488noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3055123995989960284.post-74778228244184494462019-06-19T16:28:00.001+03:002019-08-15T15:12:14.782+03:00Tiffany'de Kahvaltı - Truman Capote<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://1.bp.blogspot.com/-MkpPnmlFtPc/XQo4Ux65V9I/AAAAAAAAJrw/A0jgGU-uuFAQ9A58ProILp--_jtIcbuMQCLcBGAs/s1600/0000000198831-1.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="600" data-original-width="420" height="320" src="https://1.bp.blogspot.com/-MkpPnmlFtPc/XQo4Ux65V9I/AAAAAAAAJrw/A0jgGU-uuFAQ9A58ProILp--_jtIcbuMQCLcBGAs/s320/0000000198831-1.jpg" width="224" /></a></div>
<div style="text-align: justify;">
Ben <i>Tiffany'de Kahvaltı</i> filmini izlemeden önce kitabını okuyanlardanım. Aslında bir açıdan iyi yapmışım zira kitabının ve filminin konuları birbirinden biraz farklı olduğu için film de bana sürpriz oldu diyebilirim. Harper Lee'nin çocukluk arkadaşı olan Amerikalı yazar Truman Capote'nin ilk kez 1958 yılında yayınlanan eseri, 1940'lı yılların New York'undaki lüks hayatı seven cemiyet insanlarının yaşam tarzını gizemli bir genç kadın olan Holly Golightly üzerinden anlatıyor. Yanlış anlaşılmasın, hikayenin anlatıcısı Holly değil, Holly ile aynı apartmanda üst katında kalan ve Holly'yi merak eden, tanıdıkça daha çok seven yazar adayı Buster. İlk başlarda süs ve şatafat meraklısı boş bir kız olarak düşündüğü kadının aslında göründüğünden çok farklı olduğunu fark eden Buster, Holly'nin tüm gizemlerini çözmek ister. Aslında bu göründüğü kadarı kolay değildir zira Holly de bir taraftan bir yaprak gibi hayatın rüzgarında umarsızca savrulurken diğer taraftan kendisi hakkında konuşmaktan pek de hoşlanmamaktadır. Buster'in emin olduğu sadece birkaç şey vardır, Holly'nin Tiffany'yi ve orada satılan pahalı mücevherleri çok sevdiği ve "kötü kırmızılığa" sadece burada yakalanmadığı. Bu aslında Holly'nin hayatının en önemli arayışıdır zira Holly aslında "<i>kötü kırmızılıklara</i>" yakalanmadan yaşayabileceği bir hayatın arayışında hüzünlü bir kadındır.<br />
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Kitap ilk yayınlandığı yıllarda çok sevilmiş olmalı ki 1962 yılında Blake Edwards'ın yönetmenliğinde filmi yapılmış. Bir taraftan bakıldığında iyi ki yapılmış zira bu sayede hem kendisi çok tanındı hem de Holly Golightly'yi herkes tanıdı diyebiliriz. Ancak film ve kitaptaki konunun bazı önemli noktalarda farklılaşmasından dolayı ben kitabının okunmasını tavsiye edenlerdenim. Daha eğlenceli ve mutlu bittiği için herkesin filmini daha çok sevdiğinin farkındayım ancak kitabın bize tanıttığı gizemli ve hüzünlü kadın Holly Golightly karakterinin gerçek tercihleri sadece kitapta anlatılanlar olurdu diye düşünüyorum. <i>Tiffany'de Kahvaltı</i>'yı çok seveceğinizden ve bir solukta okuyacağınızdan eminim. Şimdiden iyi okumalar!<span style="-webkit-text-stroke-width: 0px; background-color: transparent; color: #4a4a4a; display: inline; float: none; font-family: Arial,sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: normal; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: 400; letter-spacing: normal; line-height: 20.02px; orphans: 2; text-align: left; text-decoration: none; text-indent: 0px; text-transform: none; white-space: normal; word-spacing: 0px;"><br style="-webkit-text-stroke-width: 0px; background-color: transparent; box-sizing: border-box; color: black; font-family: Roboto,sans-serif; font-size: 18px; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: 400; letter-spacing: normal; margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; orphans: 2; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px; text-align: left; text-decoration: none; text-indent: 0px; text-transform: none; white-space: normal; word-spacing: 0px;" /></span></div>
</div>
mahrem-i-esrarhttp://www.blogger.com/profile/08434903870117649488noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3055123995989960284.post-11894897102598028142019-05-28T17:23:00.002+03:002019-08-16T14:56:02.154+03:00Çaresaz - Halide Edip Adıvar<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
<a href="https://1.bp.blogspot.com/-_XIVyGuOAVk/XO1DnxaZgeI/AAAAAAAAJqk/YM5l6Dv39YIRrmsGxnUA3Mt0loFtChqhACEwYBhgL/s1600/Big.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="501" data-original-width="320" height="320" src="https://1.bp.blogspot.com/-_XIVyGuOAVk/XO1DnxaZgeI/AAAAAAAAJqk/YM5l6Dv39YIRrmsGxnUA3Mt0loFtChqhACEwYBhgL/s320/Big.jpg" width="204" /></a>Bu kitap Halide Edib'in yazdığı son romanmış (roman olarak tanımlanmak için biraz kısa aslında) ancak hikayesi kitap severler tarafından diğer kitaplarına nazaran biraz basit bulunmuş. Aslına bakarsanız okuduğum diğer kitaplarına göre olay örgüsü ve olayların ele alınışı gerçekten daha çala kalem yazılmış gibiydi ancak ben hikayenin tasvirlerini ve kadın karakterlerini beğendim. Kitabın asıl karakteri kendisine yardımseverliğinden dolayı çare bulan anlamına gelen "<em>Çaresaz</em>" lakabı takılmış olan Mediha öğretmendir. Varlıklı bir aileye doğmuş olmasına rağmen küçük yaşta annesini ve ilerleyen zamanlarda da bazı olumsuz durumlar nedeniyle babasını kaybedince, hayatını kazanabilmek için ilkokul öğretmenliği yapmaya başlar. Bir oda kiralayarak yaşamını sürdüren Mediha, yaşadığı mahallede bulunan eski bir köşkte oğlu ile kalan yaşlı ve hasta Neyyire Hanım'a da içinde bulunan yardımseverlik güdüsüyle yardımcı olmaya başlar. Aralarındaki ilişki iyice ilerleyince Neyyire Hanım Mediha'dan köşke yerleşmesini ister. Köşkün bir odasına yerleşen Mediha ile Neyyire Hanım'ın oğlu Münir Bey'in aralarında zamanla kimsenin ne olduğunu tam anlamıyla açıklayamadığı bir alaka başlar. Aşk mı arkadaşlık mı olduğuna kendilerinin bile bir anlam veremediği bu gelgitli birliktelik aynı mahallede yaşayan insanların de dikkatini çekmiş ve dedikodular başlamıştır. Bu noktada herkes hayatıyla ilgili bir karar alma ihtiyacı hisseder. </div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
Halide Edib'in ilk olarak 1961 yılında gazetede tefrika edilen hikaye, Cumhuriyetin ilk yıllarında, sürekli değişen ve gelişen İstanbul'un eski ve güzel semtlerinden birinde (<em>Çamlıca olduğunu tahmin ediyorum</em>) geçiyor. Bu nedenle ben çağdaşlaşmanın büyük şehirlerde yaşayan insanlara getirdiği değişimin bir kadın öğretmen üzerinden anlatılmasını beğendim. Dönemin sokak ve insan tasvirleri tam tahmin ettiğim gibiydi, insanların gelenek ve modernliğin arasına sıkışan ikilemleri de öyle. Dolayısıyla her ne kadar kitabın hikayesi edebi anlamda çok gelişmiş olmasa da, anlattığı dönemleri gözlemlemiş bir yazardan bu yalın hikayeyi okumak hoşuma gitti. </div>
</div>
mahrem-i-esrarhttp://www.blogger.com/profile/08434903870117649488noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3055123995989960284.post-2597120234729730722019-04-30T21:29:00.001+03:002019-08-16T16:18:40.648+03:00Otuzların Kadını - Tomris Uyar<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://1.bp.blogspot.com/-cXH0n9ssTXs/XQo4QpSZ-VI/AAAAAAAAJrs/EdXv_8ks5fsA8TCjE7UZW66RWwmiOO6QwCLcBGAs/s1600/0000000189650-1.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="600" data-original-width="386" height="320" src="https://1.bp.blogspot.com/-cXH0n9ssTXs/XQo4QpSZ-VI/AAAAAAAAJrs/EdXv_8ks5fsA8TCjE7UZW66RWwmiOO6QwCLcBGAs/s320/0000000189650-1.jpg" width="205" /></a></div>
<div style="text-align: justify;">
Edebiyat çevresinin en çok aşık olunan fakat sahip olunamayan kadını Tomris Uyar'ın bu incecik kitabı, birbirinden bağımsız farklı öykülerden oluşmuş gibi görünse de, bir yerde hepsinin dönüp dolaşıp tek bir kişiyi tasvir ettiğini fark ediyorsunuz. Dolayısıyla kitap bu noktada tek bir hikayeyi farklı kesitleriyle anlatan dev bir öykü kitabı niteliği kazanıyor. Zaten ilk başta okuduğum öykülerin boşluklarını okuyucu olarak kendim doldurarak ilerliyordum fakat ilerledikçe yazar tarafından bu boşlukların zarif bir şekilde biyografik ögelerle tamamlandığını gördüm. Kitaptan kısaca bahsetmek gerekirse; Tomris Uyar'ın hikayesindeki <em>Otuzların Kadını</em>, gençliğinde, evlenmeden hemen önce portresini yaptıran mutluluk arayışı içindeki bir genç kızken bir anda kırılgan bir anneye dönüşüyor. Bazen eğitimli ve asi bir şehirli kızken bazen de ağırbaşlı bir kadına dönüşüyor. Yazar otuzların kadınına dair ince detayları o kadar gerçekçi bir şekilde aktarıyor ki, bir süre sonra anlattığı kadınları çok yakından tanımış olmasından şüpheleniyorsunuz. Çok geçmeden okuyucu hisleriniz "<em>Ben ona İskit Amazonları'nın kraliçesinin adını verdim</em>" diyen babanın sözleriyle gerçeğe dönüşüyor. İskit Amazonları'nın kraliçesi Tomris, yağlı boya portreden kendisine bakan kadın ile olan benzerliklerini, olgunlaştıkça ve değiştikçe daha da güçlenen en sonunda da yaşadığı çevreye yabancılaşan otuzların kadınlarına ait öykülerle aktarmayı tercih ediyor.</div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
Kitabı otuzların kadını olarak okuyunca sizin duygu ve düşüncelerinizin de anlatılanlarla ne kadar benzediğini fark ediyorsunuz, sanki Tomris Uyar kendisinden ve annesinden ilham alarak ortaya çıkardığı eserine tüm otuzların kadınlarından bir parça çalıp yerleştirmiş gibi. Kitabın dönüp dolaşıp odanın ortasında bulunan yağlı boya bir portreye takılması da ayrıca hoşuma giden detaylardan oluyor. Kitabın durağan bir şekilde ilerlediğini kabul ediyorum, bu nedenle herkesin zevkine hitap etmeyeceğinin farkındayım. Ancak ben çok beğendim, ilginizi çekeceğini umuyorum. İyi okumalar!</div>
</div>
mahrem-i-esrarhttp://www.blogger.com/profile/08434903870117649488noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3055123995989960284.post-41315762043953218932019-04-17T16:13:00.001+03:002019-04-17T16:13:17.620+03:00Şu Dağın Ardı İran - Meltem Vural<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<div style="text-align: justify;">
<a href="https://4.bp.blogspot.com/-d3BhAzR1M_w/XLciFeKtpEI/AAAAAAAAJoY/XDAQn6WfA-kQG_FNblV19WifDfmgyz6CgCLcBGAs/s1600/0000000306568-1.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="600" data-original-width="386" height="320" src="https://4.bp.blogspot.com/-d3BhAzR1M_w/XLciFeKtpEI/AAAAAAAAJoY/XDAQn6WfA-kQG_FNblV19WifDfmgyz6CgCLcBGAs/s320/0000000306568-1.jpg" width="204" /></a>Bu aralar İran ile alakalı çok fazla kitap okudum, aslında tesadüfen denk geldi. Bu kitabı da aylar önce Ankara'dan bende hatırı olan birinden okumak için almıştım, okumak bu haftaya kısmetmiş. </div>
</div>
mahrem-i-esrarhttp://www.blogger.com/profile/08434903870117649488noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3055123995989960284.post-62196452691688094052019-04-05T10:28:00.004+03:002019-04-05T12:00:31.258+03:00Pericles - William Shakespeare<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<div style="text-align: justify;">
<a href="https://2.bp.blogspot.com/-G71bW0V9Py0/XKcDSLsIzFI/AAAAAAAAJno/TvuOU0LyoIsUCICWgs-E1ju_xCYJ49ZXgCLcBGAs/s1600/pericles_4.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="563" data-original-width="340" height="320" src="https://2.bp.blogspot.com/-G71bW0V9Py0/XKcDSLsIzFI/AAAAAAAAJno/TvuOU0LyoIsUCICWgs-E1ju_xCYJ49ZXgCLcBGAs/s320/pericles_4.jpg" width="192" /></a>Shakespeare'in oyunlarını fırsat buldukça okuyorum, okudukça da kendisinin tarih ve mitoloji bilgisine ve kurmaca yeteneğine hayran kalıyorum. Bu çerçevede <em>Pericles</em> de Shakespeare'den beğendiğim oyunlardan birisi oldu diyebilirim. Aslında Pericles Shakespeare'in ünlü oyunları arasında sayılmıyor hatta özel olarak Shakespeare ilgisi yok ise pek çok kişinin bu eserin adını duymuş olma ihtimali de çok düşük (<em>fakat şaşırtıcı şekilde sağlığında sahnelenen en popüler eserlerden birisi</em>). Bu şüpheli durum belki de hikayedeki basitlik ya da bu eserin Shakespeare'in onaylanmış toplu eserleri koleksiyonunda yer almaması (First Folio) nedeniyle meydana gelmiş olabilir. Bununla birlikte, yazının başında da belirttiğim gibi, ben bu hikayeyi beğendim. Elbette Pericles'i hikayenin etkileyiciliği açısından bir <em>Macbeth, Hamlet</em> veya <em>Julius Caesar</em>'la karşılaştıramayız ancak Pericles'in basit hikayesinin güzel bir albenisi olduğunu söyleyebiliriz. Hikayedeki yalınlığın yanı sıra her sahnede arka planda duyulan müzik ve giriş sahnelerindeki şiirsel dil de kitabın okuma zevkini arttırmakta. Ayrıca, her ne kadar kahramanlar prens, prenses ve diğer soylu insanlardan seçilse de, kahramanların mütevazi ve kalender oluşu da oyunun havasını değiştiren unsurlardan denilebilir. Hikayeden kısaca bahsedecek olursak, olaylar Sur Prensi Pericles'in Antakya Kralı Antiochus'un güzelliği dillere destan olmuş kızı ile evlenmek istemesiyle başlıyor. Antiochus, kızıyla evlenmek isteyene bir bilmece soruyor ve bilmecenin yanıtını doğru bilen kişi kızıyla evlenmeye hak kazanırken, verile yanlış cevabın cezası ölüm oluyor. Pericles'in zekasını ve sezgilerini konuşturduğu bu tehlikeli macera Antakya'dan Tarsus'a, Tarsus'tan Midilli'ye oradan da Efes'e kadar uzanıyor.<br />
<br />
Kitabın arkasında yazan tanıtımda, Shakespeare'in bu eser ile yeni bir metafizik ve daha esnek bir üslup sergilediğinden bahsedilmiş. Bu yeni tarz nedeniyle eserin Shakespeare'e ait olamayabileceği de zaman zaman tartışma konusu olmuş. Ancak bir sanatçı ve oyun yazarı olarak Shakespeare'in sanatına yeni bir bakış açısı getirmesi de mümkün. Abartılı sahneleri keyifle okumayı başarırsanız, ortada akıcı bir trajedi olduğu da bir gerçek. Belirttiğim gibi ben hikayeyi beğendim, okumanızı tavsiye ederim!<br />
<br />
<em>"Yılan değilim ama bana can veren / Annemin etinden beslenirim / Bir koca aradım, ararken / O ilgiyi babada buldum / Kendisi baba, oğul, biraz da koca / Ben annesi, karısı, ama evladı da / İki kişi nasıl bu kadar çok olur / Canını seven cevabını bulur"</em></div>
</div>
mahrem-i-esrarhttp://www.blogger.com/profile/08434903870117649488noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3055123995989960284.post-63544545536444274922019-03-26T08:07:00.002+02:002019-04-17T11:55:05.195+03:003 Valiz 1 Milyon Dolar 3 Ceset - Ed Lacy<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<div style="text-align: justify;">
<a href="https://4.bp.blogspot.com/-sOdfFdBJBp8/XJnBij4GL5I/AAAAAAAAJmM/FxcRpnIlIhQmQgg6kkx8OXBDdI7BLietACLcBGAs/s1600/IMG_7194_1024x1024.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="911" data-original-width="580" height="400" src="https://4.bp.blogspot.com/-sOdfFdBJBp8/XJnBij4GL5I/AAAAAAAAJmM/FxcRpnIlIhQmQgg6kkx8OXBDdI7BLietACLcBGAs/s400/IMG_7194_1024x1024.jpg" width="253" /></a>Bu kitabı yıllar önce büyük amcamın evinde görmüştüm, kapağındaki tasarım ilgili çektiği için aklımda kalmıştı. Bu nedenle bir sahafta görünce yıllar öncesine gidip kitabı anımsadım ve satın aldım. Ed Lacy adını bu süreçte hiç duymamıştım, zaten kendisi de 1911-1968 yılları arasında yaşayan Amerikalı polisiye roman yazarı olduğu için sonradan adı unutulan yazarlar arasına girmiş olabilir (sanırım Ed Lacy de gerçek adı değil, mahlası). Yazarı tek kitapla değerlendirmek istemem ancak "<em>3 Valiz 1 Milyon Dolar 3 Ceset</em>" kitabının olay örgüsünü ve anlatım biçimini beğendim. Tabi bunda kitabın tercümanı Feyza Şener'in de bir rolü olabilir. Kitapta olaylar, hikayenin anlatıcısı ve aynı zamanda kahramanlarından birisi olan polis memuru Bucky Penn'i tanımamızla başlıyor. "Profesör" lakaplı amiri ile birlikte büyün bir vurgun yapan Bucky, 1 milyon dolarlık fidye parası vurgunundan sonra Profesör ile saklandıkları bir kulübenin penceresiz odasında kendisini ve hayatını sorgulama fırsatı bulur. Saklandıkları süre boyunca hem gençliğini, hem İtalyan kökenli baba yerine koyduğu Nate'i, sorunlar yaşadığı karısı Emma'yı, Emma'yı aldattığı kadınların tümünü bir düşünce süzgecinden geçirir. Bucky Penn sıradan ve idealist bir polis memuruyken nasıl bir vurguncu haline geldiğini düşünürken yavaş yavaş yakın dönem geçmişinde yaşadığı olayların parçalarını bir araya getirmeye ve içine düştüğü sarmalı da çözmeye başlar. Şu an tek sorun saklandığı kulübeden ve bu sarmaldan tam vaktinde kaçabilmeyi başarmaktır.<br />
<br />
Türkçe basım yılı 1971 olan kitap sanırım aynı yıl Milliyet yayınları tarafından "Kara Dizi" serisi adı altında basılmış. Bu nedenle ikinci basımı dahi olmayan kitabı herhangi bir kitabevinde bulmak pek mümkün görünmüyor. Eğer hikaye ilginizi çektiyse ya da polisiye kitap okumaktan hoşlanıyorsanız, sahaflarda ya da internet üzerinden ikinci el satış yapan yerlerde yazarın kitaplarını aramanız gerekecek. Kendi adıma, eğer yazarın farklı bir kitabına rastlarsam, onu da okumak isterim, dolayısıyla polisiye hikaye sevenlere Ed Lacy'yi tavsiye etmekteyim. İyi okumalar!<br />
<br />
"<em>Çok güzel planlamışsın işini dostum. Şimdi her şeyi öyle açık açık görüyorum ki... Sanki gerçekten ben hazırlamış gibiyim planı. Senin bütün oyununu görüyorum şimdi. Bir tiyatro seyircisi gibiyim... Seyrediyorum seni. Hallerinde en ufak bir falso yok. Çok sakinsin her zamanki gibi. Kılın kıpırdamıyor. Kendinden ne kadar eminsin değil mi?"</em></div>
</div>
mahrem-i-esrarhttp://www.blogger.com/profile/08434903870117649488noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3055123995989960284.post-49447871808535002052019-03-18T17:50:00.001+02:002019-03-26T08:28:57.496+02:00Hansen’in Evlatları - Ognjen Spahic<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<div style="border-image: none;">
<a href="https://1.bp.blogspot.com/-rWnXl55uVrk/XJm_vagVK2I/AAAAAAAAJmA/3V32ZKzgLoAwaIXwf_9szID99c5C5AZDgCLcBGAs/s1600/0001749752001-1.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="600" data-original-width="389" height="320" src="https://1.bp.blogspot.com/-rWnXl55uVrk/XJm_vagVK2I/AAAAAAAAJmA/3V32ZKzgLoAwaIXwf_9szID99c5C5AZDgCLcBGAs/s320/0001749752001-1.jpg" width="207" /></a>kitap</div>
</div>
mahrem-i-esrarhttp://www.blogger.com/profile/08434903870117649488noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3055123995989960284.post-2732378016810972732019-02-19T15:43:00.002+02:002019-03-01T08:55:03.117+02:00Kadınlar Ülkesi - Charlotte Perkins Gilman<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<div class="separator" style="border-image: none; clear: both; text-align: justify;">
<a href="https://2.bp.blogspot.com/-8n5Oz2iLii0/XGwGjeBlNqI/AAAAAAAAJlA/mHA37mpn-2gBMOyCOpgrroftr3zZNY2xACLcBGAs/s1600/kadinlar-ulkesic81c9301ff53ae696e4484ae365a7429.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="498" data-original-width="320" height="320" src="https://2.bp.blogspot.com/-8n5Oz2iLii0/XGwGjeBlNqI/AAAAAAAAJlA/mHA37mpn-2gBMOyCOpgrroftr3zZNY2xACLcBGAs/s320/kadinlar-ulkesic81c9301ff53ae696e4484ae365a7429.jpg" width="205" /></a>Amerikalı Sosyolog Charlotte Perkins Gilman'ın (1860-1935) ilk olarak 1915 yılında tefrika edilmeye başlanan ve daha sonra derlenen "Feminist Ütopya" romanının yazıldığı dönem itibariyle oldukça iddialı ve etkileyici olduğu rahatlıkla söylenebilir. </div>
</div>
mahrem-i-esrarhttp://www.blogger.com/profile/08434903870117649488noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3055123995989960284.post-63897653288521340942019-02-07T09:42:00.002+02:002019-08-16T16:21:00.675+03:00Renksiz Tsukuru Tazaki'nin Hac Yılları - Haruki Murakami<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<div style="border-image: none; text-align: justify;">
<a href="https://4.bp.blogspot.com/-Cu2ea_mPJc0/XFveDlDnkgI/AAAAAAAAJkc/4hHFjMJUFtgafS2r5Ey5CUG0uguCzErywCLcBGAs/s1600/0000000617486-1.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="600" data-original-width="415" height="320" src="https://4.bp.blogspot.com/-Cu2ea_mPJc0/XFveDlDnkgI/AAAAAAAAJkc/4hHFjMJUFtgafS2r5Ey5CUG0uguCzErywCLcBGAs/s320/0000000617486-1.jpg" width="221" /></a>Daha önce Haruki Murakami'nin <em>Yaban Koyununun İzinde</em> kitabını okumuştum, üzerinden uzun bir zaman geçti ancak çok beğendiğimi ve Murakami'nin tarzını enteresan bulduğumu anımsıyorum. Bu kitabı da geçen hafta bir arkadaşım bana armağan olarak almış, ben de Murakami'nin üzerimde olumlu bir etkisi olduğu için hemen okudum. Açıkçası bazı küçük eleştirilerim de olsa kolay okunan ve merak uyandıran kurgusunun da etkisiyle bu kitabı da beğendim. Kitaptaki her şey Tsukuru Tazaki'nin hayatının bir döneminde geçmişiyle yüzleşmeye karar vermesiyle başlıyor. Otuz altı yaşında, Tokyo'da yaşayan ve kendi deyimiyle "silik ve renksiz bir kişi" olan Tazaki, bir gün hayatının son on altı yılını kuşatan içsel karanlığına ve artık kanamadığını düşündüğü ancak içten içten kanayan yarasına en azından cevap bulabilmek için lise yıllarında bıraktığı dört arkadaşı ile yeniden görüşmeye karar verir. Çünkü, Tazaki, üniversiteye yeni başladığında, henüz yirmi yaşında iken, eskiden çok uyumlu bir grup olduklarını düşündüğü dört lise arkadaşı tarafından birdenbire reddedilmiştir. Bunun nedenini hiçbir zaman sorgulamaz, arkadaşları da hiçbir zaman açıklamazlar. Yalnızlığın ve dışlanmışlığın da etkisiyle yıllarca bu acıyla yaşayan Tazaki, yeni tanıştığı bir kadının da cesaretlendirmesiyle, yıllar önce kendisini neredeyse intihara etmenin kıyısından döndüren bu terk edilişin nedenleri için sılaya doğru yola çıkar.<br />
<br />
Aslında en başta Tazaki'nin neden bu terk edilişin altında yatan sebepleri o sırada sorgulamadığını okurken akla gelen konulardan birisi. Ancak Tazaki zaten arkadaşlıkları boyunca da diğer dört arkadaşının adında renkler bulunması ve kendisinde bulunmadığı ve bu nedenle rengarenk olan bu gruba renk katamadığı için bu gruba tam uymadığı gibi tuhaf bir hisse kapılmıştır. Hatta onları Nagoya'da bırakıp Tokyo'ya okumaya gittiği için kendisini cezalandırdıklarını bile düşünmeye başlamıştır. Belki de bu nedenle kendisini bıçak gibi kesip atmalarını sorgulamak, arkasındaki nedenle yüzleşmek de istemez. Fakat ortada çok acı çektiği gibi bir gerçek de vardır. <br />
<br />
Murakami kitabı okurken akla gelebilecek pek çok soruyu cevapsız bıraksa da, modern-sıradan şehirli insanın yalnızlığı ve bunalımlarını çok iyi anlatmış diye düşünüyorum. Bu nedenle okumanızı ve okurken okuyucuya sunulan gizemli olayların açıklamasının size bırakıldığını akılda tutmanızı tavsiye ederim. Kitabı okurken kitaba adını veren Franz Liszt'in Hac Yılları eserinin bir bölümü olan "Le Mal du Pays" parçasını da dinlerseniz farklı bir zevk alacağınızdan eminim.<br />
<br />
"<em>Tsukuru Tazaki'nin ölüm düşüncesine kendini böylesine güçlü bir şekilde kaptırmasının nedeni açıktı. Bir gün en yakın dört arkadaşı, "Biz artık beni görmek, seninle konuşmak istemiyoruz" deyivermişlerdi. Doğrudan, ödün vermez bir şekilde, birdenbire. Bir de böylesine sert bir şekilde ilan edilen bu karara neden maruz kaldığına dair tek bir açıklama bile yapmamışlardı. O da sormaya cesaret edememişti</em>."</div>
</div>
mahrem-i-esrarhttp://www.blogger.com/profile/08434903870117649488noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3055123995989960284.post-26911593464730587142019-01-30T14:52:00.003+02:002019-01-30T14:52:21.691+02:00Uzaktan Kumandalı Kız - James Tiptree, Jr<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<div class="separator" style="border-image: none; clear: both; text-align: center;">
<a href="https://3.bp.blogspot.com/-HuuXAuauLHc/XFGd4c6KC4I/AAAAAAAAJj4/bRt8jAEwwP0MHVnJ_N304wzEXVs5R6uqACLcBGAs/s1600/1.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1000" data-original-width="643" height="400" src="https://3.bp.blogspot.com/-HuuXAuauLHc/XFGd4c6KC4I/AAAAAAAAJj4/bRt8jAEwwP0MHVnJ_N304wzEXVs5R6uqACLcBGAs/s400/1.jpg" width="256" /></a></div>
<br /></div>
mahrem-i-esrarhttp://www.blogger.com/profile/08434903870117649488noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3055123995989960284.post-18226355986906533082019-01-18T09:05:00.001+02:002019-01-18T09:05:38.752+02:00Julius Caesar - William Shakespeare<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<div class="separator" style="border-image: none; clear: both; text-align: center;">
<a href="https://3.bp.blogspot.com/-mJeTnKr18QA/XEF6rRsqqEI/AAAAAAAAJiA/DZIyPE-OSxAW7f8dEcSUEQhQ7uCFGvnkwCLcBGAs/s1600/0000000229806-1.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="600" data-original-width="383" height="320" src="https://3.bp.blogspot.com/-mJeTnKr18QA/XEF6rRsqqEI/AAAAAAAAJiA/DZIyPE-OSxAW7f8dEcSUEQhQ7uCFGvnkwCLcBGAs/s320/0000000229806-1.jpg" width="204" /></a></div>
<br /></div>
mahrem-i-esrarhttp://www.blogger.com/profile/08434903870117649488noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3055123995989960284.post-46892143552343254822019-01-09T10:57:00.002+02:002019-01-09T10:57:43.677+02:00Günlerin Köpüğü - Boris Vian<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<div style="border-image: none; text-align: justify;">
<a href="https://4.bp.blogspot.com/-rvbap-HIqAU/XDW293_wIoI/AAAAAAAAJeY/c55QP1YrP-cf8SyfvaYwUF3GihvrOWn6gCLcBGAs/s1600/0000000058900-1.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="600" data-original-width="416" height="320" src="https://4.bp.blogspot.com/-rvbap-HIqAU/XDW293_wIoI/AAAAAAAAJeY/c55QP1YrP-cf8SyfvaYwUF3GihvrOWn6gCLcBGAs/s320/0000000058900-1.jpg" width="221" /></a>Kitabı okumaya başladığımda nasıl sonlanacağını asla tahmin etmiyordum hatta ilk bölümlerde "Ne okuyorum ben" şaşkınlığını bile yaşadım. Ancak hikaye ilerledikçe absürtlüğün tercümeden vb. kaynaklanmadığını, Boris Vian'ın müzikle süslenmiş hayal dünyasını yaşadığımızı fark ettim. </div>
</div>
mahrem-i-esrarhttp://www.blogger.com/profile/08434903870117649488noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3055123995989960284.post-34456084501244233352018-12-28T13:29:00.001+02:002019-08-16T16:20:17.795+03:00Sanık - John Grisham<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<div style="border-image: none; text-align: justify;">
<a href="https://1.bp.blogspot.com/-bH2gA9mh94w/XCYJHKHFv6I/AAAAAAAAJdQ/fqDyRK1eZH8o9Zx7uDI4f2xTTpgTIxKAwCLcBGAs/s1600/0000000432310-1.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="600" data-original-width="414" height="320" src="https://1.bp.blogspot.com/-bH2gA9mh94w/XCYJHKHFv6I/AAAAAAAAJdQ/fqDyRK1eZH8o9Zx7uDI4f2xTTpgTIxKAwCLcBGAs/s320/0000000432310-1.jpg" width="219" /></a>Son zamanlarda -bir hukuk magazin dergisinde de yazıyor olduğum için- ara ara hukuk konulu kitapları okumaya özen gösteriyorum. Bu nedenle bazı bloglarda veya kitap tanıtım yazılarında da "adli gerilim" (<em>legal thriller</em>) dediğimiz türde başarılı eserler verdiği belirtilen John Grisham'ın adını duyunca kitaplarından birini okumak istedim. Sanırım başlangıç için iyi bir kitap seçmedim :). Grisham, annesi ve babası avukat olan ve bu nedenle de hukuki mevzulara çok aşina olan zeki bir çocuk karakter yaratarak (<em>Theodore Boone</em>) şimdiye kadar yayınlanan altı kitabında bu karaktere yer vermiş. Tesadüfen seçtiğim "<em>Sanık</em>" kitabı da Theodore Boone'un maceralarından birisi. Sanık'ta henüz lise öğrencisi olan Theodore, günlük hayatında da hukuki/adli konulara ilgi duyduğu için, kasabada görülen önemli davalara da gözlemci olarak katılmakta ve okuldakilere bu dava hakkında bilgilendirme de yapmaktadır. Kasaba ise son zamanlarda önemli bir cinayet davası ile çalkalanmaktadır, zengin bir adamın genç ve güzel karısı ölü bulunmuştur ve bütün şüpheler koca üzerine yoğunlaşmaktadır. Bu dava kasabayı o kadar meşgul etmiştir ki, bu olay dışında konuşulan bir konu yoktur. Kasabalı bu davanın magazinsel yönü ile meşgul olurken, Theodore Boone aslında bir düşmanı olduğunu fark eder. Bu nedenle artık ilgi duyduğu adli konuların merkezinde kendisi vardır ve tüm gözler üzerindedir.<br />
<br />
John Grisham kitaplarına başlamak için iyi bir seçim yapmadığımı düşündüğümü belirtmiştim. Zira bu kitabını pek sevmedim çünkü Theodore Boone bir kitap serisinin karakteri olmak için çok yetersizdi (toydu) ve hikayede çok fazla dikkat dağıtan -ilgisiz- etken vardı. Sanki bu kitap yıllarca kitapları filme çekilen başarılı yazar Grisham'ın bir eseri değil gibiydi, bu kadar iddialı olabilirim. Zira 1991 yılında basılan ve 1993 yılında filme uyarlanan kitabı Şirket'in (<em>The Firm</em>), Pelikan Dosyası'nın (<em>The Pelican Brief</em>), Öldürme Zamanı (<em>A Time to Kill</em>) ve Jüri <em>(Runaway Jury</em>)'nin ne kadar güçlü senaryoya sahip kült filmler olduğu düşünülünce, <em>Sanık </em>çok zayıf bir hikaye olarak kalıyor. Adli gerilim meraklısıysanız okuyabilirsiniz ama John Grisham'ın eski kitaplarını okumak sanırım daha iyi bir fikir gibi görünüyor.<br />
<br />
<em>"Jüri sıraları boştu. Theo daha önce pek çok duruşma izlediğinden jüri üyelerinin salona en son alındığını biliyordu. Yargıç kürsüsünün arkasında duran kare şeklindeki büyük duvar saati 08.59'u gösterirken savcılar yüzlerinde her zamanki ciddi ifadeyle yan kapıdan aceleyle içeri girdiler. En önce yıllardır bu Strattenburg'da görev yapan tecrübeli savcı Jack Hogan vardı."</em></div>
</div>
mahrem-i-esrarhttp://www.blogger.com/profile/08434903870117649488noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3055123995989960284.post-79158261350439589542018-12-14T10:20:00.001+02:002018-12-30T18:37:59.588+02:00Dikiş Nakış - Marjane Satrapi<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<div style="border-image: none; text-align: justify;">
<a href="https://2.bp.blogspot.com/-zSNLqOWZqZI/XBNnsNcxhrI/AAAAAAAAJcM/ykv8MgYa7pYpKZz2Tmtn_XIpG0gtEuHxwCLcBGAs/s1600/IMG_1629.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1600" data-original-width="1162" height="320" src="https://2.bp.blogspot.com/-zSNLqOWZqZI/XBNnsNcxhrI/AAAAAAAAJcM/ykv8MgYa7pYpKZz2Tmtn_XIpG0gtEuHxwCLcBGAs/s320/IMG_1629.jpg" width="232" /></a>Kara mizah ustası Marjane Satrapi'nin çizgi romanlarını çok seviyorum, sahip olduğu gözlem yeteneğini başarılı bir şekilde kullanarak çok güzel hikayeler ortaya çıkarıyor. Daha önce <em>Azrail'i Beklerken</em> ve <em>Persepolis</em> isimli çizgi romanları hakkında yazarken de belirttiğim gibi, Satrapi doğu-batı vizyonuna sahip biri olarak, akıcı fakat konu bakımından vurucu eserler meydana getiriyor, bunun sonucu olarak da çizgi roman sevenlerce kısa sürede keyifle okunuyor. <em>Dikiş Nakış</em> da bu çerçevede bir solukta okunan kısa ama etkili bir hikaye sunuyor okuyucuya! Kadınların baş kahraman olduğu bu hikâyeyi okurken İran'ın bambaşka bir yönünü görüyorsunuz: Kapalı kapılar ardında, kültürlerinin bir parçası olan semaver seansındaki kadınların "çok özel" çay sohbetlerini. Bu nedenle bu çizgi romanda anlatılan hikaye daha çok kadınlara hitap ediyor gibi desek de yalan olmaz. Neler konuşulmuyor ki semaver başındaki kadın kadına sohbetlerde? Cinsel deneyimler, gizli evlilik sırları, estetik ameliyatlar, geçmişte kalan aşklar... Tabi her hikayenin arka planında Türkiye'de yaşayan her kadının rahatlıkla anlayabileceği üçüncü dünya problemleri, toplumda var olma çabaları, yaşanan mahalle baskısı, kimlik arayışı ve cinsel tabular var. Anlatılan her hikaye aynı zamanda geçmişten bugüne değişen İran rejiminin de kapalı kapılar ardına nasıl yansıdığını göstermekte.<br />
<br />
<br />
Dikiş Nakış da tarz olarak Persepolis'e benziyor, çizimler çizgi roman tekniği ile karşılaştırıldığında daha basit kalıyor ve siyah beyaz yapılmış. Ancak Satrapi'nin hikayesindeki içtenlik ve akıcılık içeriğe odaklanmanızı sağladığı için çizimlere dikkat etmenize gerek bile kalmıyor. Satrapi <em>Persepolis</em> ile kendini yeterince kanıtlamış bir çizgi roman sanatçısı olduğu için ayrıca bir nitelik belirtmeye ya da bu kitabını övmeye de ihtiyaç duymuyorum, bu kitabı -özellikle kadınlara- mutlaka tavsiye ediyorum. İyi okumalar!<br />
<br />
<br />
<div style="border-image: none;">
<a href="https://1.bp.blogspot.com/--HYOowP3jVw/XBei_DnaEHI/AAAAAAAAJcs/Sc2hwgbnzNQgdF5DFUQyiUogBjnQ8UldACLcBGAs/s1600/IMG.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1127" data-original-width="1600" height="450" src="https://1.bp.blogspot.com/--HYOowP3jVw/XBei_DnaEHI/AAAAAAAAJcs/Sc2hwgbnzNQgdF5DFUQyiUogBjnQ8UldACLcBGAs/s640/IMG.jpg" width="640" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div style="border-image: none;">
Satrapi'nin "Persepolis" çizgi romanı hakkında:</div>
<div style="border-image: none;">
<a href="https://mahrem-i-esrar.blogspot.com/2018/05/persepolis-marjane-satrapi.html">https://mahrem-i-esrar.blogspot.com/2018/05/persepolis-marjane-satrapi.html</a></div>
<div style="border-image: none;">
<br /></div>
<div style="border-image: none;">
Satrapi'nin "Azrail'i Beklerken" çizgi romanı hakkında:</div>
<div style="border-image: none;">
<a href="https://mahrem-i-esrar.blogspot.com/2018/08/azraili-beklerken-marjane-satrapi.html">https://mahrem-i-esrar.blogspot.com/2018/08/azraili-beklerken-marjane-satrapi.html</a></div>
</div>
</div>
mahrem-i-esrarhttp://www.blogger.com/profile/08434903870117649488noreply@blogger.com0