Powered By Blogger

29 Mayıs 2015 Cuma

Eski Sokak - Behçet Necatigil

Bazen yeni bir kitaba başlamak için zamana ihtiyaç duyduğumda, bir şiir kitabı alıyorum alime. Yapı Kredi yayınlarının şiir kitaplarını şairlerin en sevilen şiirlerini derleyen ve kısa sürede okunabilen kitaplar olduğu için tercih ediyorum. Bu kez aralarından Behçet Necati'nin şiirlerini seçtim. Şairin daha önce "Lâdes" şiirinden başka herhangi bir şiirini okuduğumu anımsamıyorum (Kelebeğin Rüyası filmi ile hayatı hakkında araştırmalar yapmıştım ancak herhangi bir kitabını okumamıştım). 1916 doğumlu olan şairin gerçek adı Mehmet Behçet Gönül iken daha sonra mahlasını soyad olarak almıştır. İÜEF Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun olan Behçet Necatigil, 1979'da vefat edene kadar Edebiyat ve Kompozisyon dersleri vermiştir. Behçet Necatigil'e göre bir şair yaşamı boyunca üç dönemden geçer: Gurbet, hasret ve hikmet. Gurbet dönemi arayış dönemi olup, bu dönemde şair beğendiği şairlere özenir, hasret döneminde ise bir şair kendi kişiliğini bulma çabasındadır. Şairin kendini bulduğu hikmet dönemi ise, çok az değişir, şair artık şiirin özelliklerini ustaca kullanmaktadır. Behçet Necatigil'e göre, geçmişin büyük şarileri ancak bu dönemde gerçekten anlaşılır. 1935 yılında bu yana şiir yazan şairin bu değişimlerinin şiir kitaplarına yansıdığı da söylenmektedir. Eski Sokak, derleme bir kitap olduğu için genel bir kanıya varmak zor olsa da, "şiiri az kelimeyle kurmak" fikriyle hareket eden şairin sözcüklerini titizlikle seçerek ustaca bir anlatıma yöneldiğini söylemek mümkündür.

"Eski Sokak" taki bazı şiirleri de, hikmet döneminde yazılmış ve sözcüklerin ses değelerine önem veren şiirlerdir. Şair sözcüklerin anlamlarından yararlaranak anlam çoğaltması yapmıştır: Bronskopi, Filigran, Travers vb. Divan şiirlerini çok iyi bilen şairin bazı şiirlerinde divan edebiyatı edebi sanatlarını da kullandığı söylenmektedir. Behçet Necatigil için kısaca "uzun bir arayış sonrası kendini bulan üretken bir şair" diyebiliriz.

Lades
Uzayacağa benzer
Tutuştuğumuz lades

İşi gücü bırakıp
Mezarlığa nazır
Bir eve taşındım

Ölüm, sen beni aldatamazsın
Aklımda!
-----------------------------------------------
Ses
Kopan çığlar altında kalanlar olduğu
Oysa görülüyordu

Bir kadının ilerde
Bir şeyler hıçkırdığı;
Bir erkeğin birine,
Görünmeyen birine bir şeyler seslendiği
Oysa görülüyordu

Ama duyulmuyordu. --Ses!
Sanki ses olmayınca hiçbiri olmuyordu.

25 Mayıs 2015 Pazartesi

Beş Parasızdım ve Kadın Çok Güzeldi - Derviş Şentekin

İnsanı sıkmadan ilerleyen ve polisiye konusuyla sürükleyici olan bir kitap, ancak ben iyi kurgulanmış veya yeterince doyurucu bir eser olmadığı kanaatindeyim. Kitap bir dönem ilgi çekmiş olabilir, muhtemelen bunun sebebi de kitabın adıdır. Adının çok etkileyici olduğunu kabul etmek gerek. Onun dışında basitçe kurgulanmış bir hikaye vardı, zira Türk polisiyesi olduğundan karmaşık ilişkiler ve zeki oyunlar göremedim (Bu yazar özelinde demiyorum, zaten geleneğimizde yok, o yüzden). Hatta kitabın etkileyici başlaması ve ortalarda biraz heyecanı yükseltmesi sonucu, sandım ki güzel bitecek. Aslında kitap sonuna doğru yaklaşırken, hala bir aksiyon yok nasıl çözülecek bu olay diye biraz şüphelenmedim değil. Kendimi hazırlamama rağmen, sonunda yine hüsrana uğradım. Kitapta olaylar istihbarattan emekli ve eski bir satranç şampiyonu olan "kahramanın" (adı verilmiyor, biz X diyelim) bir gün ilginç bir teklifle karşılaşması ile başlıyor. On yıl çalıştığı istihbarattan kovulurcasına emekli olan ve eşinin de kendini terk etmesiyle iki yıl arkadaşı Cengiz'in "41" isimli barında takılan X'in hayattan artık pek beklentisi kalmamıştır. Dolayısıyla bir gün genç ve güzel bir kızın (Aslı Çınar) babasını ölü ya da diri bulması için kendisine büyük bir para teklif etmesiyle bir anlamda hayatına heyecan gelir. Buradan sonrası daha çok "flashback"lerle (anımsamalarla) geçiyor maalesef, polisiye anlamında bir ilerleme tespit edemedim. Zaten daha henüz yolun çok başındayken de, bir anlamda her şeyin sonu geliyor.

Kitap bu bakımdan yaratıcı; her polisiye kitap hayret verici bir kurguya veya rahatlatıcı bir sona sahip olmak zorunda değil. Ancak okuyucu olarak yine de olayların çözülmesi gibi bir beklentim vardı. Ancak gördüğüm kadarıyla "Beş Parasızdım ve Katilimi Arıyordum" adında devamı bir kitap da mevcut, ayrıca okuyucu yorumları ikinci kitap için daha olumlu yönde. O nedenle, belki uygun bir zamanda, ikinci kitabı da okuyabilirim (açıkçası ikinci kitaptan beklentim büyük).

Kitapta dikaktimi çeken birkaç hususu da paylaşmak isterim. İlk olarak Ahmet Ümit'in "Komiser Nevzat"ı ile "Behzat Ç."ye bazı göndermeler yapılıyor. Bununla beraber, yakın dönem Türkiye'sinin karanlık tarafları da eleştiriliyor. Bir de şu "Cengiz'im" ifadesi... Bir erkek başka bir erkeğe neden iyelik bildiren şekilde seslenir ki? Ben itici buldum açıkçası. Sonuç olarak, okuyucuyu yormayan akıcı kitapları okumayı seviyorsanız, bu kitabı okuyabilirsiniz. Belki de seversiniz :)

"Bir kadın, bir yıldan beri pineklediğim barda beni bulmuş ve kayıp babasını aramam için iki yüz bin lira teklif etmişti... İşi kabul ettim, çünkü beş parasızdım ve kadın çok güzeldi... Üstelik her geçen gün daha da çürüyen içimdeki adamı da kurtarabilirdim belki..."

13 Mayıs 2015 Çarşamba

Çavdar Tarlasında Çocuklar - J. D. Salinger

İlk olarak 1951 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nde basılan kitap Türkçeye 1967 yılında "Gönülçelen" olarak çevrilmiştir. Halihazırda Yapı Kredi Yayınları tarafından basılan kitabın adı özgün adına yakın olarak "Çavdar Tarlasında Çocuklar" (The Catcher in the Rye) olarak tercüme edilmektedir. ABD'nin tutucu bölgelerinde yıllarca ahlak dışı bulunduğu için yasaklanan kitap, garip bir şekilde en çok okunan kitaplar arasındadır. Ayrıca çarpıcı giriş cümlesi ve kitabın son cümlesi "Herkesi özlemeye başlıyorsunuz sonra" stylist.co.uk tarafından en iyi giriş cümlesi ve kapanış cümlesi kategorilerinde ilk sıralardan kendine yer bulmuştur. Kitapta hikaye ilk ağızdan (baş karakter Holden Caufield'in ağzından) anlatılır. Holden'in üç gününün anlatıldığı hikaye, noel arifesinde okuldan atılmasıyla başlar (Belirtilen tarihin 1950 noel arifesi olduğu tahmin edilmektedir). Daha önce birkaç kez okuduğu okullardan atılan Holden bu durumla yüzleşmek istemez (daha doğrusu ailesine ve tanıdığı kişilere bu durumu açıklamak istemez) ve bu üç günlük süreci sürekli değişen bir psikolojiyle çözüm arayarak ve -tabiri caizse- serserilik ederek geçirir. Başını alıp gidip gitmemek konusunda da ikilem yaşayan Holden, masumiyetine hayran olduğu küçük kız kardeşi Phoebe ile görüşmeye başlayınca kararlarını tekrar gözden geçirecektir.

Kitabı gerçekten beğendim, Holden Caufield'in doğallığının yanı sıra (gerçi on yedi yaşında olması dolayısıyla biraz ergen isyanları mevcut ancak farkındalığı çok yüksek bir çocuk) üç günlük süreçte yaşadığı bunalım ve başına gelenler merak uyandırıcıydı. Holden'ın konuşma tarzının biraz itici olduğunu kabul ediyorum, ama belirli bir yaş dönemi için güzel bir psikolojik çözümleme içeren bir eser olduğundan tavsiye ediyorum.

Not: Mel Gibson'un Komplo Teorisi filminde takıntılı bir şekilde her gördüğü yerde alıp bir türlü okumayadığı kitap işte bu kitaptır.

"İnsan bazı şeyleri tam hatırlayamıyor.... Herhalde hala pencereden filan bakıyordum, ama yemin ederim, tam olarak hatırlamıyorum. Hatırlayamayışımın nedeni; felaket üzgündüm. Bir şeylere üzülüyorsam, tuvalete gitmem gerekse bile gitmem. Üzülmekten gidemem. Üzülmeyi bırakıp gidemem."

6 Mayıs 2015 Çarşamba

Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm - Zülfü Livaneli

Şimdiye kadar Zülfü Livaneli'ye ait okuduğum kitaplar arasında en az bu kitabını sevdim. Ayrıca kitabın önsözünde yazdığı kadarıyla kitabın sürekli yamalanır gibi değiştirilmiş olması da beni rahatsız etti. Kitabın ilk taslağına otuz (belki de biraz daha uzun) yıl önce başlanmış olması sebebiyle, keşke ilk haliyle bırakılsaydı diye düşündüm. En azından ilk kitaplarından olması dolayısıyla okurları tarafından daha fazla tolerans gösterilebilirdi. Kitap 2001 yılında ilk olarak yayınlanmış ancak sonrasında dahi Zülfü Livaneli ara ara kitapta değişiklikler yapmış hatta başka dillere değiştirilmiş haliyle çevrilmiş. Ben de yeni baskılarından birini okuduğum için, muhtemelen son halini okumuşumdur. Kitapta da farklı bir teknik kullanılmış: Ana karakter Sami Baran'ın hikayesini yazan yazarın notları arasında Sami Baran'ın da eleştirileri ve eklemeleri iliştirilmek suretiyle, iki ayrı anlatıcıdan oluşan tek bir hayat hikayeleştirilmiş. Kitaba ısınmama sebeplerimden birisi de bu ikili anlatım tarzı oldu. Sami Baran adlı karakterin sürekli yazarın hikayesine "yok burası böyle değil, burayı abartmış, aslında şu yaşandı" şeklindeki yorumları ve bir noktadan sonra rol çalarak kendi kitabını yazıyor olması sebebiyle kitabın içine hiç giremedim. Kitap; 12 Mart döneminde Türkiye'de yaşadığı olumsuzluklar sonucu sığınmacı olarak İsveç'e giden Sami Baran'ın, tedavi gördüğü hastanede yaşadıklarının sorumlusu olarak gördüğü eski bakanın da olduğunu öğrenince yaşadığı ikilemi anlatıyor. İntikam alma arzusuyla mülteci diğer arkadaşlarıyla eski bakanı öldürme planları yapan Sami, bir süre sonra bu durumu sorgulamaya başlayacaktır. Psikolojik tedavi gören ve halüsinasyonlardan muzdarip olan Sami'nin anlattıklarının ne kadar doğru olduğu da ayrı bir tartışma konusu tabi.
 
Kitapta bazı eksik noktalar vardı, bu durumu kitabın çok kısa tutulmasına bağlıyorum (200 sayfa civarında). Sami Baran'ın geçmişi çok kısa anlatılmıştı ve aynı şekilde diğer mültecilerin (mesela Clara'nın) ne yaşadığının veya neden öfke nöbetleri geçirdiğinin de yeterli açıklaması yapılmamıştı. Zaten Livaneli'nin içine de sinmemiş olacak ki, sürekli üzerinde eklemeler/değişiklikler yapmış. Yine de şahsi kanaatim, okuyucuyu yeterince tatmin etmeyen bir eser olduğu yönünde. Merak ediyorsanız, okumanızı tavsiye ediyorum. Bu arada bence kitabın ana fikrini Sami Baran yapıyor:

"...Çünkü insanları konuşarak tanıyamazsınız. Konuşmak, canlı yaratıklar arasındaki en etkisiz iletişim aracı. Dil yalan söylüyor, olanları çarpıtıyor, insanlığın hiç bıkıp usanmadığı klişeleri tekrarlıyor. Bu yüzden insanları dinlemek onları anlamak için yeterli değil."