Bu aralar Nobel ödüllü yazarların kitaplarına kafayı taktım niyeyse :). 1957'de Nobel Edebiyat Ödülü kazanan Albert Camus, Rudyard Kipling'den sonra bu ödülü kazanan en genç yazar. Yabancı aynı zamanda ince bir kitap olması dolayısıyla da yazarın diğer kitapları arasında ilk tercihim oldu. Sonra sevmezsem vakit kaybetmeyeyim diye :). Kitabı beğendim. Cezayir'de yaşayan - ya da bir zamanlar yaşamış - Fransız topluluğundan bir insanın hayatının bir kısmını yine kendi gözünden anlatıyor. Anlatıcı oldukça başarılı ayrıca ne mutluluktu ki kitabın tercümesi de çok iyi yapılmıştı.
Mersault - yani anlatıcımız - kendi halinde yalnız yaşayan, dışarıdan bakıldığından hiçbir vasfı olmayan orta halli bir genç adam. Ancak, o anlatmaya devam ettikçe aslında bu genç adamın toplumun genelinde var olan veya topluma ayak uydurarak yaşayan insanlardan çok farklı yönleri olduğunu keşfediyorsunuz. Nasıl tanımlayacağımı bile bilemiyorum kendisini. Hayata boş vermiş mi, ya da her şeyi kabullenmiş mi? Ama Camus çok başarılı bir sıfat bulmuş: Yabancılaşmış. Yine anlayamadığım bir sebepten bir Arabı öldürdüğünde, yargılama esnasında, hapishanede hissettikleri de Mersault aslında insan değil diye düşünmeme sebep oldu.
Ancak, karakterin inanılmaz umursamaz oluşu (sanırım en yakın sıfat bu) beni zaman zaman sinirlendirdi. Mesela, sevgilisi (ya da partneri) Marie'nin onunla evlenmek istediğini söylediğinde verdiği cevap:
".....Marie beni görmeye geldi, kendisiyle evlenmek isteyip istemediğimi sordu. "Bence bir, ama istersen evleniriz" dedim. O zaman, kendisini sevip sevmediğimi öğrenmek istedi. Bir başka sefer söylediğim gibi: "Bunun bir anlamı yok ama, her halde sevmiyorumdur" diye cevap verdim."
İlginç bir bakış açısı var bu adamın :). En sevdiğim ve kendisini özetleyen sözü: Hiçbir zaman söyleyecek fazla sözüm yoktur, onun için susarım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hoşgeldiniz :) Yorumlarınız benim için bir kazançtır.