Powered By Blogger

15 Ağustos 2019 Perşembe

Ölü Dalgıcın Sonbaharı - Onur Selamet

Hiç kimsenin yazma hevesini kırmak istemem (zaten niye kırılsın ki) ama bu kitabı pek beğendiğimi de söyleyemem. Aslında bu kitap elime nereden geçti onu da bilmiyorum. Evde bulup metro yolculuklarında rahatça okuyabileceğimi düşünerek çantama attım. Bir taraftan da kitabın arkasında yazan "mantık kaçarsa çizgi filmlere sığının" çok iddialı bir cümleydi, bu nedenle de kitaptaki öyküleri seveceğimi düşünmüştüm. İtiraf etmek gerekirse kitapta bulunan on iki öyküden sadece iki veya üç tanesini beğendim ki bunlar bile tüm detaylarıyla aklımda kalmadı. Kitapları yarım bırakmaktan da hoşlanmadığım için bitirene kadar okumaya devam ettim. Yazarın hikayeleri ne şimdiye kadar okuduğum fantastik hikayelere benziyor ne de söylediği gibi gerçekten bir mantığa oturuyor. Aynı zamanda soğuk ve kasvetli olduğu için okuma isteğinizi de alıp götürüyor. Elbette fantastik hikayelerin bir kalıbı yoktur, dilediğiniz gibi eğip bükebilirsiniz ancak okuduğunuzun herhangi bir sona varmadığını görmek de okuyucunun zevkini yok eden bir gerçeklik. Belki de devinim halindeki edebiyat yeni jenerasyonun isteklerine bu şekilde hitap ediyordur, çağdaş edebiyatı yeterince gözlemlemeden bunu bilemeyiz. Ama kendimle ilgili bir gerçek var ki ben dünyanın bir tarafı hep karanlık olduğu için değil, bir tarafı hep aydınlık olduğu için dünyayı sevenlerdenim.

Hikayeler genç bir yazara ait olduğu için yazdıklarımla sizin okuma şevkinizi kırmak ve sizi de olumsuz etkilemek istemem. Soğuk, karanlık ve fantastik hikayeler ilginizi çekiyorsa siz de bu kitaba bir şans verebilirsiniz. Bu arada, anladığım kadarıyla Marşandiz Fanzin'in makinistliğini yapan yazarın iyi bir alt yapısı var, belki ileride bir gün farklı bir kitabını da okurum ama tedirgin bir şekilde okumaya başlayacağım kesin. İyi okumalar!

"Sarmaşığın başında il sonunda sandık var. Ölü dalgıçlarla tanıştığımda mutlaka dillerinden sarkan sandıklarda ne var diye bakarım. Bir harita bulduğumdaysa onların kostümlerini giyip kanlı canlı bir dalgıca dönüşürüm. Kasketlerindeki kaplumbağaları binlerce özürle yerlerinden edip ne kadar da centilmen olduğumu düşünürüm.

31 Temmuz 2019 Çarşamba

Yanlışlıklar Komedyası - William Shakespeare

Doğrusunu isterseniz, içimden gelen Shakespeare'in tüm eserlerini bir çırpıda okumak fakat tümünün bir anda bitmesinden korktuğum için heyecanımı diri tutmak adına zamana yaymayı daha uygun buluyorum :).

19 Haziran 2019 Çarşamba

Tiffany'de Kahvaltı - Truman Capote

Ben Tiffany'de Kahvaltı filmini izlemeden önce kitabını okuyanlardanım. Aslında bir açıdan iyi yapmışım zira kitabının ve filminin konuları birbirinden biraz farklı olduğu için film de bana sürpriz oldu diyebilirim. Harper Lee'nin çocukluk arkadaşı olan Amerikalı yazar Truman Capote'nin ilk kez 1958 yılında yayınlanan eseri, 1940'lı yılların New York'undaki lüks hayatı seven cemiyet insanlarının yaşam tarzını gizemli bir genç kadın olan Holly Golightly üzerinden anlatıyor. Yanlış anlaşılmasın, hikayenin anlatıcısı Holly değil, Holly ile aynı apartmanda üst katında kalan ve Holly'yi merak eden, tanıdıkça daha çok seven yazar adayı Buster. İlk başlarda süs ve şatafat meraklısı boş bir kız olarak düşündüğü kadının aslında göründüğünden çok farklı olduğunu fark eden Buster, Holly'nin tüm gizemlerini çözmek ister. Aslında bu göründüğü kadarı kolay değildir zira Holly de bir taraftan bir yaprak gibi hayatın rüzgarında umarsızca savrulurken diğer taraftan kendisi hakkında konuşmaktan pek de hoşlanmamaktadır. Buster'in emin olduğu sadece birkaç şey vardır, Holly'nin Tiffany'yi ve orada satılan pahalı mücevherleri çok sevdiği ve "kötü kırmızılığa" sadece burada yakalanmadığı. Bu aslında Holly'nin hayatının en önemli arayışıdır zira Holly aslında "kötü kırmızılıklara" yakalanmadan yaşayabileceği bir hayatın arayışında hüzünlü bir kadındır.

Kitap ilk yayınlandığı yıllarda çok sevilmiş olmalı ki 1962 yılında Blake Edwards'ın yönetmenliğinde filmi yapılmış. Bir taraftan bakıldığında iyi ki yapılmış zira bu sayede hem kendisi çok tanındı hem de Holly Golightly'yi herkes tanıdı diyebiliriz. Ancak film ve kitaptaki konunun bazı önemli noktalarda farklılaşmasından dolayı ben kitabının okunmasını tavsiye edenlerdenim. Daha eğlenceli ve mutlu bittiği için herkesin filmini daha çok sevdiğinin farkındayım ancak kitabın bize tanıttığı gizemli ve hüzünlü kadın Holly Golightly karakterinin gerçek tercihleri sadece kitapta anlatılanlar olurdu diye düşünüyorum. Tiffany'de Kahvaltı'yı çok seveceğinizden ve bir solukta okuyacağınızdan eminim. Şimdiden iyi okumalar!

28 Mayıs 2019 Salı

Çaresaz - Halide Edip Adıvar

Bu kitap Halide Edib'in yazdığı son romanmış (roman olarak tanımlanmak için biraz kısa aslında) ancak hikayesi kitap severler tarafından diğer kitaplarına nazaran biraz basit bulunmuş. Aslına bakarsanız okuduğum diğer kitaplarına göre olay örgüsü ve olayların ele alınışı gerçekten daha çala kalem yazılmış gibiydi ancak ben hikayenin tasvirlerini ve kadın karakterlerini beğendim. Kitabın asıl karakteri kendisine yardımseverliğinden dolayı çare bulan anlamına gelen "Çaresaz" lakabı takılmış olan Mediha öğretmendir. Varlıklı bir aileye doğmuş olmasına rağmen küçük yaşta annesini ve ilerleyen zamanlarda da bazı olumsuz durumlar nedeniyle babasını kaybedince, hayatını kazanabilmek için ilkokul öğretmenliği yapmaya başlar. Bir oda kiralayarak yaşamını sürdüren Mediha, yaşadığı mahallede bulunan eski bir köşkte oğlu ile kalan yaşlı ve hasta Neyyire Hanım'a da içinde bulunan yardımseverlik güdüsüyle yardımcı olmaya başlar. Aralarındaki ilişki iyice ilerleyince Neyyire Hanım Mediha'dan köşke yerleşmesini ister. Köşkün bir odasına yerleşen Mediha ile Neyyire Hanım'ın oğlu Münir Bey'in aralarında zamanla kimsenin ne olduğunu tam anlamıyla açıklayamadığı bir alaka başlar. Aşk mı arkadaşlık mı olduğuna kendilerinin bile bir anlam veremediği bu gelgitli birliktelik aynı mahallede yaşayan insanların de dikkatini çekmiş ve dedikodular başlamıştır. Bu noktada herkes hayatıyla ilgili bir karar alma ihtiyacı hisseder.
 
Halide Edib'in ilk olarak 1961 yılında gazetede tefrika edilen hikaye, Cumhuriyetin ilk yıllarında, sürekli değişen ve gelişen İstanbul'un eski ve güzel semtlerinden birinde (Çamlıca olduğunu tahmin ediyorum) geçiyor. Bu nedenle ben çağdaşlaşmanın büyük şehirlerde yaşayan insanlara getirdiği değişimin bir kadın öğretmen üzerinden anlatılmasını beğendim. Dönemin sokak ve insan tasvirleri tam tahmin ettiğim gibiydi, insanların gelenek ve modernliğin arasına sıkışan ikilemleri de öyle. Dolayısıyla her ne kadar kitabın hikayesi edebi anlamda çok gelişmiş olmasa da, anlattığı dönemleri gözlemlemiş bir yazardan bu yalın hikayeyi okumak hoşuma gitti.

30 Nisan 2019 Salı

Otuzların Kadını - Tomris Uyar

Edebiyat çevresinin en çok aşık olunan fakat sahip olunamayan kadını Tomris Uyar'ın bu incecik kitabı, birbirinden bağımsız farklı öykülerden oluşmuş gibi görünse de, bir yerde hepsinin dönüp dolaşıp tek bir kişiyi tasvir ettiğini fark ediyorsunuz. Dolayısıyla kitap bu noktada tek bir hikayeyi farklı kesitleriyle anlatan dev bir öykü kitabı niteliği kazanıyor. Zaten ilk başta okuduğum öykülerin boşluklarını okuyucu olarak kendim doldurarak ilerliyordum fakat ilerledikçe yazar tarafından bu boşlukların zarif bir şekilde biyografik ögelerle tamamlandığını gördüm. Kitaptan kısaca bahsetmek gerekirse; Tomris Uyar'ın hikayesindeki  Otuzların Kadını, gençliğinde, evlenmeden hemen önce portresini yaptıran mutluluk arayışı içindeki bir genç kızken bir anda kırılgan bir anneye dönüşüyor. Bazen eğitimli ve asi bir şehirli kızken bazen de ağırbaşlı bir kadına dönüşüyor. Yazar otuzların kadınına dair ince detayları o kadar gerçekçi bir şekilde aktarıyor ki, bir süre sonra anlattığı kadınları çok yakından tanımış olmasından şüpheleniyorsunuz. Çok geçmeden okuyucu hisleriniz "Ben ona İskit Amazonları'nın kraliçesinin adını verdim" diyen babanın sözleriyle gerçeğe dönüşüyor. İskit Amazonları'nın kraliçesi Tomris, yağlı boya portreden kendisine bakan kadın ile olan benzerliklerini, olgunlaştıkça ve değiştikçe daha da güçlenen en sonunda da yaşadığı çevreye yabancılaşan otuzların kadınlarına ait öykülerle aktarmayı tercih ediyor.
 
Kitabı otuzların kadını olarak okuyunca sizin duygu ve düşüncelerinizin de anlatılanlarla ne kadar benzediğini fark ediyorsunuz, sanki Tomris Uyar kendisinden ve annesinden ilham alarak ortaya çıkardığı eserine tüm otuzların kadınlarından bir parça çalıp yerleştirmiş gibi. Kitabın dönüp dolaşıp odanın ortasında bulunan yağlı boya bir portreye takılması da ayrıca hoşuma giden detaylardan oluyor. Kitabın durağan bir şekilde ilerlediğini kabul ediyorum, bu nedenle herkesin zevkine hitap etmeyeceğinin farkındayım. Ancak ben çok beğendim, ilginizi çekeceğini umuyorum. İyi okumalar!

17 Nisan 2019 Çarşamba

Şu Dağın Ardı İran - Meltem Vural

Bu aralar İran ile alakalı çok fazla kitap okudum, aslında tesadüfen denk geldi. Bu kitabı da aylar önce Ankara'dan bende hatırı olan birinden okumak için almıştım, okumak bu haftaya kısmetmiş.

5 Nisan 2019 Cuma

Pericles - William Shakespeare

Shakespeare'in oyunlarını fırsat buldukça okuyorum, okudukça da kendisinin tarih ve mitoloji bilgisine ve kurmaca yeteneğine hayran kalıyorum. Bu çerçevede Pericles de Shakespeare'den beğendiğim oyunlardan birisi oldu diyebilirim. Aslında Pericles Shakespeare'in ünlü oyunları arasında sayılmıyor hatta özel olarak Shakespeare ilgisi yok ise pek çok kişinin bu eserin adını duymuş olma ihtimali de çok düşük (fakat şaşırtıcı şekilde sağlığında sahnelenen en popüler eserlerden birisi). Bu şüpheli durum belki de hikayedeki basitlik ya da bu eserin Shakespeare'in onaylanmış toplu eserleri koleksiyonunda yer almaması (First Folio) nedeniyle meydana gelmiş olabilir. Bununla birlikte, yazının başında da belirttiğim gibi, ben bu hikayeyi beğendim. Elbette Pericles'i hikayenin etkileyiciliği açısından bir Macbeth, Hamlet veya Julius Caesar'la karşılaştıramayız ancak Pericles'in basit hikayesinin güzel bir albenisi olduğunu söyleyebiliriz. Hikayedeki yalınlığın yanı sıra her sahnede arka planda duyulan müzik ve giriş sahnelerindeki şiirsel dil de kitabın okuma zevkini arttırmakta. Ayrıca, her ne kadar kahramanlar prens, prenses ve diğer soylu insanlardan seçilse de, kahramanların mütevazi ve kalender oluşu da oyunun havasını değiştiren unsurlardan denilebilir. Hikayeden kısaca bahsedecek olursak, olaylar Sur Prensi Pericles'in Antakya Kralı Antiochus'un güzelliği dillere destan olmuş kızı ile evlenmek istemesiyle başlıyor. Antiochus, kızıyla evlenmek isteyene bir bilmece soruyor ve bilmecenin yanıtını doğru bilen kişi kızıyla evlenmeye hak kazanırken, verile yanlış cevabın cezası ölüm oluyor. Pericles'in zekasını ve sezgilerini konuşturduğu bu tehlikeli macera Antakya'dan Tarsus'a, Tarsus'tan Midilli'ye oradan da Efes'e kadar uzanıyor.

Kitabın arkasında yazan tanıtımda, Shakespeare'in bu eser ile yeni bir metafizik ve daha esnek bir üslup sergilediğinden bahsedilmiş. Bu yeni tarz nedeniyle eserin Shakespeare'e ait olamayabileceği de zaman zaman tartışma konusu olmuş. Ancak bir sanatçı ve oyun yazarı olarak Shakespeare'in sanatına yeni bir bakış açısı getirmesi de mümkün. Abartılı sahneleri keyifle okumayı başarırsanız, ortada akıcı bir trajedi olduğu da bir gerçek. Belirttiğim gibi ben hikayeyi beğendim, okumanızı tavsiye ederim!

"Yılan değilim ama bana can veren / Annemin etinden beslenirim / Bir koca aradım, ararken / O ilgiyi babada buldum / Kendisi baba, oğul, biraz da koca / Ben annesi, karısı, ama evladı da / İki kişi nasıl bu kadar çok olur / Canını seven cevabını bulur"

26 Mart 2019 Salı

3 Valiz 1 Milyon Dolar 3 Ceset - Ed Lacy

Bu kitabı yıllar önce büyük amcamın evinde görmüştüm, kapağındaki tasarım ilgili çektiği için aklımda kalmıştı. Bu nedenle bir sahafta görünce yıllar öncesine gidip kitabı anımsadım ve satın aldım. Ed Lacy adını bu süreçte hiç duymamıştım, zaten kendisi de 1911-1968 yılları arasında yaşayan Amerikalı polisiye roman yazarı olduğu için sonradan adı unutulan yazarlar arasına girmiş olabilir (sanırım Ed Lacy de gerçek adı değil, mahlası). Yazarı tek kitapla değerlendirmek istemem ancak "3 Valiz 1 Milyon Dolar 3 Ceset" kitabının olay örgüsünü ve anlatım biçimini beğendim. Tabi bunda kitabın tercümanı Feyza Şener'in de bir rolü olabilir. Kitapta olaylar, hikayenin anlatıcısı ve aynı zamanda kahramanlarından birisi olan polis memuru Bucky Penn'i tanımamızla başlıyor. "Profesör" lakaplı amiri ile birlikte büyün bir vurgun yapan Bucky, 1 milyon dolarlık fidye parası vurgunundan sonra Profesör ile saklandıkları bir kulübenin penceresiz odasında kendisini ve hayatını sorgulama fırsatı bulur. Saklandıkları süre boyunca hem gençliğini, hem İtalyan kökenli baba yerine koyduğu Nate'i, sorunlar yaşadığı karısı Emma'yı, Emma'yı aldattığı kadınların tümünü bir düşünce süzgecinden geçirir. Bucky Penn sıradan ve idealist bir polis memuruyken nasıl bir vurguncu haline geldiğini düşünürken yavaş yavaş yakın dönem geçmişinde yaşadığı olayların parçalarını bir araya getirmeye ve içine düştüğü sarmalı da çözmeye başlar. Şu an tek sorun saklandığı kulübeden ve bu sarmaldan tam vaktinde kaçabilmeyi başarmaktır.

Türkçe basım yılı 1971 olan kitap sanırım aynı yıl Milliyet yayınları tarafından "Kara Dizi" serisi adı altında basılmış. Bu nedenle ikinci basımı dahi olmayan kitabı herhangi bir kitabevinde bulmak pek mümkün görünmüyor. Eğer hikaye ilginizi çektiyse ya da polisiye kitap okumaktan hoşlanıyorsanız, sahaflarda ya da internet üzerinden ikinci el satış yapan yerlerde yazarın kitaplarını aramanız gerekecek. Kendi adıma, eğer yazarın farklı bir kitabına rastlarsam, onu da okumak isterim, dolayısıyla polisiye hikaye sevenlere Ed Lacy'yi tavsiye etmekteyim. İyi okumalar!

"Çok güzel planlamışsın işini dostum. Şimdi her şeyi öyle açık açık görüyorum ki... Sanki gerçekten ben hazırlamış gibiyim planı. Senin bütün oyununu görüyorum şimdi. Bir tiyatro seyircisi gibiyim... Seyrediyorum seni. Hallerinde en ufak bir falso yok. Çok sakinsin her zamanki gibi. Kılın kıpırdamıyor. Kendinden ne kadar eminsin değil mi?"

19 Şubat 2019 Salı

Kadınlar Ülkesi - Charlotte Perkins Gilman

Amerikalı Sosyolog Charlotte Perkins Gilman'ın (1860-1935) ilk olarak 1915 yılında tefrika edilmeye başlanan ve daha sonra derlenen "Feminist Ütopya" romanının yazıldığı dönem itibariyle oldukça iddialı ve etkileyici olduğu rahatlıkla söylenebilir.

7 Şubat 2019 Perşembe

Renksiz Tsukuru Tazaki'nin Hac Yılları - Haruki Murakami

Daha önce Haruki Murakami'nin Yaban Koyununun İzinde kitabını okumuştum, üzerinden uzun bir zaman geçti ancak çok beğendiğimi ve Murakami'nin tarzını enteresan bulduğumu anımsıyorum. Bu kitabı da geçen hafta bir arkadaşım bana armağan olarak almış, ben de Murakami'nin üzerimde olumlu bir etkisi olduğu için hemen okudum. Açıkçası bazı küçük eleştirilerim de olsa kolay okunan ve merak uyandıran kurgusunun da etkisiyle bu kitabı da beğendim. Kitaptaki her şey Tsukuru Tazaki'nin hayatının bir döneminde geçmişiyle yüzleşmeye karar vermesiyle başlıyor. Otuz altı yaşında, Tokyo'da yaşayan ve kendi deyimiyle "silik ve renksiz bir kişi" olan Tazaki, bir gün hayatının son on altı yılını kuşatan içsel karanlığına ve artık kanamadığını düşündüğü ancak içten içten kanayan yarasına en azından cevap bulabilmek için lise yıllarında bıraktığı dört arkadaşı ile yeniden görüşmeye karar verir. Çünkü, Tazaki, üniversiteye yeni başladığında, henüz yirmi yaşında iken, eskiden çok uyumlu bir grup olduklarını düşündüğü dört lise arkadaşı tarafından birdenbire reddedilmiştir. Bunun nedenini hiçbir zaman sorgulamaz, arkadaşları da hiçbir zaman açıklamazlar. Yalnızlığın ve dışlanmışlığın da etkisiyle yıllarca bu acıyla yaşayan Tazaki, yeni tanıştığı bir kadının da cesaretlendirmesiyle, yıllar önce kendisini neredeyse intihara etmenin kıyısından döndüren bu terk edilişin nedenleri için sılaya doğru yola çıkar.

Aslında en başta Tazaki'nin neden bu terk edilişin altında yatan sebepleri o sırada sorgulamadığını okurken akla gelen konulardan birisi. Ancak Tazaki zaten arkadaşlıkları boyunca da diğer dört arkadaşının adında renkler bulunması ve kendisinde bulunmadığı ve bu nedenle rengarenk olan bu gruba renk katamadığı için bu gruba tam uymadığı gibi tuhaf bir hisse kapılmıştır. Hatta onları Nagoya'da bırakıp Tokyo'ya okumaya gittiği için kendisini cezalandırdıklarını bile düşünmeye başlamıştır. Belki de bu nedenle kendisini bıçak gibi kesip atmalarını sorgulamak, arkasındaki nedenle yüzleşmek de istemez. Fakat ortada çok acı çektiği gibi bir gerçek de vardır.

Murakami kitabı okurken akla gelebilecek pek çok soruyu cevapsız bıraksa da, modern-sıradan şehirli insanın yalnızlığı ve bunalımlarını çok iyi anlatmış diye düşünüyorum. Bu nedenle okumanızı ve okurken okuyucuya sunulan gizemli olayların açıklamasının size bırakıldığını akılda tutmanızı tavsiye ederim. Kitabı okurken kitaba adını veren Franz Liszt'in Hac Yılları eserinin bir bölümü olan "Le Mal du Pays" parçasını da dinlerseniz farklı bir zevk alacağınızdan eminim.

"Tsukuru Tazaki'nin ölüm düşüncesine kendini böylesine güçlü bir şekilde kaptırmasının nedeni açıktı. Bir gün en yakın dört arkadaşı, "Biz artık beni görmek, seninle konuşmak istemiyoruz" deyivermişlerdi. Doğrudan, ödün vermez bir şekilde, birdenbire. Bir de böylesine sert bir şekilde ilan edilen bu karara neden maruz kaldığına dair tek bir açıklama bile yapmamışlardı. O da sormaya cesaret edememişti."

9 Ocak 2019 Çarşamba

Günlerin Köpüğü - Boris Vian

Kitabı okumaya başladığımda nasıl sonlanacağını asla tahmin etmiyordum hatta ilk bölümlerde "Ne okuyorum ben" şaşkınlığını bile yaşadım. Ancak hikaye ilerledikçe absürtlüğün tercümeden vb. kaynaklanmadığını, Boris Vian'ın müzikle süslenmiş hayal dünyasını yaşadığımızı fark ettim.