Daha önce Haruki Murakami'nin Yaban Koyununun İzinde kitabını okumuştum, üzerinden uzun bir zaman geçti ancak çok beğendiğimi ve Murakami'nin tarzını enteresan bulduğumu anımsıyorum. Bu kitabı da geçen hafta bir arkadaşım bana armağan olarak almış, ben de Murakami'nin üzerimde olumlu bir etkisi olduğu için hemen okudum. Açıkçası bazı küçük eleştirilerim de olsa kolay okunan ve merak uyandıran kurgusunun da etkisiyle bu kitabı da beğendim. Kitaptaki her şey Tsukuru Tazaki'nin hayatının bir döneminde geçmişiyle yüzleşmeye karar vermesiyle başlıyor. Otuz altı yaşında, Tokyo'da yaşayan ve kendi deyimiyle "silik ve renksiz bir kişi" olan Tazaki, bir gün hayatının son on altı yılını kuşatan içsel karanlığına ve artık kanamadığını düşündüğü ancak içten içten kanayan yarasına en azından cevap bulabilmek için lise yıllarında bıraktığı dört arkadaşı ile yeniden görüşmeye karar verir. Çünkü, Tazaki, üniversiteye yeni başladığında, henüz yirmi yaşında iken, eskiden çok uyumlu bir grup olduklarını düşündüğü dört lise arkadaşı tarafından birdenbire reddedilmiştir. Bunun nedenini hiçbir zaman sorgulamaz, arkadaşları da hiçbir zaman açıklamazlar. Yalnızlığın ve dışlanmışlığın da etkisiyle yıllarca bu acıyla yaşayan Tazaki, yeni tanıştığı bir kadının da cesaretlendirmesiyle, yıllar önce kendisini neredeyse intihara etmenin kıyısından döndüren bu terk edilişin nedenleri için sılaya doğru yola çıkar.
Aslında en başta Tazaki'nin neden bu terk edilişin altında yatan sebepleri o sırada sorgulamadığını okurken akla gelen konulardan birisi. Ancak Tazaki zaten arkadaşlıkları boyunca da diğer dört arkadaşının adında renkler bulunması ve kendisinde bulunmadığı ve bu nedenle rengarenk olan bu gruba renk katamadığı için bu gruba tam uymadığı gibi tuhaf bir hisse kapılmıştır. Hatta onları Nagoya'da bırakıp Tokyo'ya okumaya gittiği için kendisini cezalandırdıklarını bile düşünmeye başlamıştır. Belki de bu nedenle kendisini bıçak gibi kesip atmalarını sorgulamak, arkasındaki nedenle yüzleşmek de istemez. Fakat ortada çok acı çektiği gibi bir gerçek de vardır.
Murakami kitabı okurken akla gelebilecek pek çok soruyu cevapsız bıraksa da, modern-sıradan şehirli insanın yalnızlığı ve bunalımlarını çok iyi anlatmış diye düşünüyorum. Bu nedenle okumanızı ve okurken okuyucuya sunulan gizemli olayların açıklamasının size bırakıldığını akılda tutmanızı tavsiye ederim. Kitabı okurken kitaba adını veren Franz Liszt'in Hac Yılları eserinin bir bölümü olan "Le Mal du Pays" parçasını da dinlerseniz farklı bir zevk alacağınızdan eminim.
"Tsukuru Tazaki'nin ölüm düşüncesine kendini böylesine güçlü bir şekilde kaptırmasının nedeni açıktı. Bir gün en yakın dört arkadaşı, "Biz artık beni görmek, seninle konuşmak istemiyoruz" deyivermişlerdi. Doğrudan, ödün vermez bir şekilde, birdenbire. Bir de böylesine sert bir şekilde ilan edilen bu karara neden maruz kaldığına dair tek bir açıklama bile yapmamışlardı. O da sormaya cesaret edememişti."
Aslında en başta Tazaki'nin neden bu terk edilişin altında yatan sebepleri o sırada sorgulamadığını okurken akla gelen konulardan birisi. Ancak Tazaki zaten arkadaşlıkları boyunca da diğer dört arkadaşının adında renkler bulunması ve kendisinde bulunmadığı ve bu nedenle rengarenk olan bu gruba renk katamadığı için bu gruba tam uymadığı gibi tuhaf bir hisse kapılmıştır. Hatta onları Nagoya'da bırakıp Tokyo'ya okumaya gittiği için kendisini cezalandırdıklarını bile düşünmeye başlamıştır. Belki de bu nedenle kendisini bıçak gibi kesip atmalarını sorgulamak, arkasındaki nedenle yüzleşmek de istemez. Fakat ortada çok acı çektiği gibi bir gerçek de vardır.
Murakami kitabı okurken akla gelebilecek pek çok soruyu cevapsız bıraksa da, modern-sıradan şehirli insanın yalnızlığı ve bunalımlarını çok iyi anlatmış diye düşünüyorum. Bu nedenle okumanızı ve okurken okuyucuya sunulan gizemli olayların açıklamasının size bırakıldığını akılda tutmanızı tavsiye ederim. Kitabı okurken kitaba adını veren Franz Liszt'in Hac Yılları eserinin bir bölümü olan "Le Mal du Pays" parçasını da dinlerseniz farklı bir zevk alacağınızdan eminim.
"Tsukuru Tazaki'nin ölüm düşüncesine kendini böylesine güçlü bir şekilde kaptırmasının nedeni açıktı. Bir gün en yakın dört arkadaşı, "Biz artık beni görmek, seninle konuşmak istemiyoruz" deyivermişlerdi. Doğrudan, ödün vermez bir şekilde, birdenbire. Bir de böylesine sert bir şekilde ilan edilen bu karara neden maruz kaldığına dair tek bir açıklama bile yapmamışlardı. O da sormaya cesaret edememişti."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hoşgeldiniz :) Yorumlarınız benim için bir kazançtır.