Geçtiğimiz hafta "The Reader (2008)" filmini izleyip çok beğenince, kitabının nasıl olduğu merak edip hafta sonu kitabını da alıp bitirdim. Söylemek isterim ki, ilk defa, bir eserin filmini kitabından daha çok sevdim. Oyuncuların performansından olsa gerek, duygular filmde daha iyi yansıtılmıştı. Konuya aşina olanların bildiği üzere, kitap 1958 yılında yolda rahatsızlanan ve kendisine yardım eden 36 yaşında bir kadına (Hanna Schmitz) duygusal açıdan bağlanan 15 yaşındaki bir gencin dramatik aşk hikayesini anlatıyor. Michael Berg adındaki bu gencin kendisini tanıma ve topluma kanıtlama döneminde arkasına bir kadının desteğini alması ve hayata bakışının değişmesi hikayenin tutkulu yönüdür. Fakat bir gün Hanna'nın aniden ortadan kaybolmasıyla Michael için hüzünlü günler başlar ve bu ani gidişten kendisini sorumlu tutar. Uzun süre bu vicdan azabıyla yaşayan ve yıllar sonra Hukuk Fakültesine başlayan Michael, bir gün gözlem için gittikleri savaş suçları mahkemesinde sanık sandalyesinde bir zamanlar sevdiği kadını görür. Hanna Schmitz II. Dünya Savaşı yıllarında toplama kampında gardiyanlık yaparken işlenen bazı savaş suçlarından yargılanmaktadır. Bu yargılama esnasında, hem kendisini hem de geçmişini sorgulayan Michael, Hanna ile ilgili mahkemenin seyrini değiştirecek bir sırrı keşfeder. Bu sırrı açıklayıp açıklamama ikilemi ve savaş suçlusu bir kadını sevmiş olmanın verdiği vicdan azabıyla karışık duygular içinde olan Michael için hayatının bundan sonraki dönemi çok farklı olacaktır.
Kitabın filmin ilerleyişinden farklı yönleri de vardı, özellikle yargılama sahnelerinde Michael'in Almanya'da işlenen savaş suçlarına ilişkin iç hesaplaşmaları filme göre farklı boyuttaydı. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki jenerasyonun, savaş öncesi jenerasyonla hesaplaşması kitapta daha belirgindi. Ek olarak, yazarın 1944 doğumlu bir Hukukçu olması ve Michael'in iç hesaplaşmasının çok gerçekçi ifade edilmiş olması kitapta yaşananlar gerçekten kurgu muydu sorusunu akla getirmiyor değil. Hem kronolojik olarak hem de başka açılardan yazarın karakter Michael Berg ile olan benzerliği hayal gücümü yönlendirse de, söylemek istediğim tek şey, etkileyici bir hikayesi olduğu. Eğer okumayı seviyorsanız, tavsiye ederim ancak zamanınız kısıtlı ise, filmi de izleyebilirsiniz.
Kitabın filmin ilerleyişinden farklı yönleri de vardı, özellikle yargılama sahnelerinde Michael'in Almanya'da işlenen savaş suçlarına ilişkin iç hesaplaşmaları filme göre farklı boyuttaydı. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki jenerasyonun, savaş öncesi jenerasyonla hesaplaşması kitapta daha belirgindi. Ek olarak, yazarın 1944 doğumlu bir Hukukçu olması ve Michael'in iç hesaplaşmasının çok gerçekçi ifade edilmiş olması kitapta yaşananlar gerçekten kurgu muydu sorusunu akla getirmiyor değil. Hem kronolojik olarak hem de başka açılardan yazarın karakter Michael Berg ile olan benzerliği hayal gücümü yönlendirse de, söylemek istediğim tek şey, etkileyici bir hikayesi olduğu. Eğer okumayı seviyorsanız, tavsiye ederim ancak zamanınız kısıtlı ise, filmi de izleyebilirsiniz.
"Sonraki ilişkilerimi daha doğru kurmak ve sürdürmek için çaba gösterdim. Birlikteliğimizin yürüyebilmesi için, bir kadının az da olsa Hanna gibi kokması, onun tadında olması, teniyle, dokunurken verdiği hisle biraz olsun Hanna'yı çağrıştırması gerektiğini kendime itiraf ettim. Ve onlara Hanna'dan söz ettim."
The Reader (Okuyucu) filmi hakkındaki yorumlarım: