Powered By Blogger
MISIR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
MISIR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Ağustos 2017 Pazartesi

Nil'de Ölüm - Agatha Christie

Belki bahsetmişimdir, yakın bir zamanda Mısır gezisi planladığım için şu anda Mısır ile ilgili her şeyi özellikle inceliyorum. Bu kitap hakkında daha önce beğeni ile bahsedildiğini de duymuştum, bu nedenle hemen aldım ve akıcı bir kitap olduğu için de kısa sürede bitirdim. Henüz Nil'de bir gezi yapmadığım için anlatılanlar tam anlamıyla zihnimde oluşmadı (tapınaklar, kayalıklar vb.) ama klasik bir polisiye olarak okuyunca zaten kitabın içine rahatlıkla girebiliyorsunuz. Kitap genç ve yeni evli bir çift olan Linnet Doyle & Simon Doyle'nin balayı için Mısır seyahatine çıkmasıyla başlar. Aslında genç çiftin Mısır seyahatinden önce yaşanan olaylar da var (tanışmaları vb.) ancak buralar çok kısa tutulmaktadır. Ana karakter Linnet Doyle, hem çok güzel hem de zengin bir kadın olması nedeniyle pek çok kişi tarafından kıskanılmaktadır. Simon'u elinden kaptıran eski nişanlısının, Linnet'in vasisinin ve  İngiliz sosyetesinden bazı tanıdık simaların da Nil gezisi sırasında gemide bulunması ortamın biraz gerilmesine neden olur. Tesadüfen bu seyahate çıkmış olan ünlü dedektif Hercule Poirot da bu yolculukta yolunda gitmeyen bir şeyler hissetmektedir. Nitekim Linnet'in bir sabah kamarasında ölü bulunmasıyla ortada çözülmesi gereken esrarengiz bir cinayet çıkar. Herkesin aklında geçen Simon'un eski nişanlısı Jacqueline'in onu en çok öldürmek isteyen kişi olduğu yönündedir. Hercule Poirot ise olaylara her zamanki gibi temkinli yaklaşmaktadır.

Daha önce Agatha Christie'den birkaç kitap okumuştum ve okuduklarım arasında "en iyi kurgu"ya bu kitabın sahip olduğunu söyleyebilirim. Gerçekten katil mükemmel bir cinayet kurgusu yapmıştı, o kadar ince düşünülmüştü ki dedektif katili tespit etse dahi elinde somut veriler olmayacaktı. Ama yine de gözden kaçırılan husus, insan unsurunun bulunduğu bir yerde mutlaka bir hata yapılır :). Benim heyecanla okuduğum bir kitap oldu, polisiye sevenler okumuştur zaten ama okumayanlara mutlaka tavsiye ediyorum. Bir de daha önce Mısır gezisi yaptıysanız kitaptan ayrı bir zevk alacağınızı düşünüyorum. İyi okumalar!

"- Bu daha da derin bir şey. Kalbinizi kötülüğe açmayın.
...
- Çünkü böyle yaparsanız, bu oyununuzu kötülük izleyecek... Muhakkak kötülük izleyecek... Kalbinize girerek oraya yerleşecek. Kısa bir süre sonra da kötülüğü söküp atamayacaksınız."

Agatha Christie- Üçüncü Kız kitabı hakkında:
http://mahrem-i-esrar.blogspot.com.tr/2017/03/ucuncu-kz-agatha-christie.html

13 Temmuz 2015 Pazartesi

Akra'da Bulunan Elyazması - Paulo Coelho

Siz ne düşünüyorsunuz bilmiyorum ancak ben Paulo Coelho'yu çok severim, ancak bu kitabını diğer kitapları kadar sevmediğimi itiraf edeceğim. Aslında bunun nedeni kitabın iyi bir kitap olmaması değil, kaldı ki, eminim bu kitabı beğenen çok kişi vardır. Benim eleştirim kitabın "el yazmasının" aynen aktarılması şeklinde olmasıdır (en azından bende böyle bir izlenim uyandırdı). Coelho'nun içerikte ne kadar emeği var bilmiyorum ama, baş karakter Kıpti'nin monolog şeklindeki sözlerinden ve sonsözden ben el yazmasının tercüme edilerek aktarıldığını anlıyorum. Kitaptaki olayın özü şu: Şehrin surları (Kudüs) karşı konulamayacak kadar güçlü düşmanlarla sarılmıştır ve muhtemelen o günün sabahında şehir ele geçirilmiş olacaktır. Şehrin sakinleri ve semavi din adamları şehrin meydanında toplanırlar ve adına Kıpti dedikleri bir Atinalının vaazlarını dinlerler. Kıpti görmüş geçirmiş bilge bir adamdır ve Kudüs halkına yok olsalar bile arkalarında bırakacakları bilgiler vermek istemektedir. Yerel halktan insanlar hayata dair merak ettiklerini Kıpti'ye sorarlar ve kendisi de sabırla uzun uzun açıklamaya girişir. Neler yok ki sorulanlar arasında? Yenilgi nedir, güzellik nedir, yalnızlık ve korku, işe yaramak nedir, cinsellik, mucize veya zarafet nedir? En önemlisi de yarına ne bırakabiliriz? Bu soruların cevapları bölüm bölüm veriliyor ve Kıpti aslında bir kısmını hayat tecrübesi ile edinebileceğimiz bazı tanımlamalar yapıyor. Ben kişisel gelişim kitaplarından çok hoşlanmadığım için, tamamı bana "öğüt" vermek olan bir kitaba da yeterince ısınamadım sanırım :).

Kitabın ön sözünde el yazmasının geçtiği yollar ve ne şekilde Paulo Coelho'ya ulaştığı yönünde bir açıklama mevcut. 1945 yılında Mısır'da bir mağarada testinin içinde gömülü olarak bulunan papirüslerin MS 100-180 yılları arasında yazıldığı tahmin edilmektedir. İşte hikayenin bu kısmı güzel, zira içerikteki açıklamalardan anladığımız bir şey var: İnsanı insan yapan değerler aradan geçen bütün senelere ve savaşlara rağmen kolay kolay değişmiyor!

"Şehrimizi talan edebilirler, ama burada öğrendiklerimizi silemezler. İşte bu yüzden ilmimizin surlarımız, evlerimiz ve sokaklarımızla aynı kaderi paylaşmasına izin veremeyiz… Peki ilim derken neyi kastediyorum? ... İlimle, gündelik yaşamın karşımıza çıkardığı zorlukların üstesinden gelerek hayatta kalmamızı sağlayan şeyi kastediyorum.

Yarın bize neler olacağını kimse bilemez… Çünkü her günün iyisi ve kötüsü aynı gün içinde olup biter. Öyleyse dışarıdaki askerleri ve içinizdeki korkuyu unutun … Bizler şimdi, gündelik yaşamımızdan, yüzleşmek zorunda kaldığımız güçlüklerden bahsedeceğiz"

22 Ocak 2014 Çarşamba

Midak Sokağı - Necib Mahfuz

İşte bu kitap iyi bir yazar nasıl olurun güzel bir örneğiydi! Bildiğiniz üzere Necib Mahfuz 1988 yılına ait Nobel Edebiyat Ödülünün sahibi Mısırlı bir yazar. Ortadoğu'da pek çok kaliteli insanın başına geldiği gibi, yazarımızın da kitapları bir dönem Mısır'da yasaklanmış ve adına ölüm fetvası bile yayınlanmış. Neyse ki, Nobel Edebiyat Ödülünü aldıktan sonra bu yasak kaldırılmış ancak hala Mısırlıların Necib Mahfuz kitapları okuyup okumadıkları konusunda merakım söz konusu (pek okunduğunu sanmıyorum niyeyse). Nobel Edebiyat ödüllerinde gelenek olduğu üzere, Necib Mahfuz da kitabında hayatını geçirdiği Mısır'ı, Kahire'yi ve başkentte modern ve geleneksel yaşam arasında denge kurmaya çalışan insanları Midak Sokağı gözleminden yola çıkarak anlatmaktadır. Duyduğum kadarıyla, diğer kitaplarında da aynı temayı işlemiş. Bu durum beni şaşırtmadı zira "gelenek olduğu üzere" Nobel Edebiyat ödülü alan yazarlar hep aynı temayı kullanırlar :). Necib Mahfuz'u tekrar okuma fırsatım olur mu yakın zamanda bilmiyorum ancak bir sonraki okuyacağım kitabı şimdiden merak ettiğimi belirtmeliyim. Özellikle şu açıklamasından sonra: "Sokak benim için bütün bir dünyanın sembolüdür, dünyayı nasıl görüyorsam sokağı da öyle biçimlendirirdim."

Gelelim hikayeye, aslında Midak Sokağında yaşayan insanları (esnaf ve sakinler) anlatsa da, hikayenin temelinde hırslı ve güzel bir genç kız var: Hamide. Hamide ve çevresindeki insanlar: dilenmek isteyenleri para karşılığı sakatlayan Zaita, Hamide'ye aşık olan genç berber Abbas, zengin şirket sahibi Elvan Salim, kahveci Kirşa, Hamide'nin çöpçatan annesi Ümmü Hamide ve diğerleri arasında akıp giden bir hayat. Daha fazlasını bahsetmeye gerek olmadığı kanaatineyim.

Yazara ve hikayeye lafımız yok ancak şu kitabın arkasına kim (---- spolier alert ----) "para hırsıyla fahişeliği seçen güzel Hamide" diye yazdı, onu sorgularım. Bu olay hikayede büyük heyecanlar yaratacak ve merak uyandıracak bir olayken, bunu daha kitabı okumaya başlamadan öğrenmemizi sağlayan sevgili editöre (artık yazan her kimse) teşekkürlerimi iletirim. Sana da okuduğun kitabın kilit noktasını hep birileri söylesin, hoş oluyor.

"Midak Sokağı'nda hayat çevresindeki faaliyetten neredeyse tamamıyla yalıtılmış bir şekilde sürer, kendine özgü, özel bir hayattır. Özde ve temelde hayatın bütünüyle birleşit kökleri, ama aynı zamanda sokak artık geçmişte kalmış bir dünyanın bazı sırlarını da barındırır."