Kitabın arkasında yazarın "İstiyorum ki bu yazdıklarımı okuyup sevenler, işi sürdürsünler gönülleri nasıl çekerse. Eksikleri tamamlayıp, geri kalanını dokusunlar..." ifadesinden kitabı hiç sevmeyeceğimi anlamalıydım. Çünkü ben "okuyucunun halay gücüne bırakıyorum" adı altında kitapta anlatılan hikayenin sebep-sonucunun verilmemesini pek sevmiyorum, ayrıca anlamıyorum da. Benim hayalgücüme brakılacaksa ben neden okuyorum ki, tamamen hayal edeyim? Ben senin hayal gücünü merak ediyorum, seni tanımak istiyorum sayın yazar. Ne söylenirse söylensin, ne kadar ilginç bir hikaye olursa olsun, bir sonuca bağlanmıyorsa, ben bu durumu "okuyucunun hayal gücüne bırakılması"ndan ziyade konuyu toplayamamak, kurgulayamamak ve dolayısıyla başarısızlık olarak yorumluyorum. Bu nedenle "Alaceren"i pek sevmedim. Halbuki en başta çok güzel başlamıştı, Bengi adında parçalanmış bir ailenin kızı üzerinden ilginç karakterler tanıtılmıştı: Zarif dedesi, kız kardeşi Gün, psikolojisi bozuk anne-baba ve anlatıcı. Beğendiğim bir diğer yön de, Bengi'nin hayatının hep "sabahlar" üzerinden anlatılmasıydı: anne babanın kavga edip ayrıldığı sabah, dedenin geldiği sabah, annenin geri döndüğü sabah, keyifli sabahlar vb. Ancak henüz daha hikayenin içine giremeden, yan karakterler Bengi'nin arkadaşı mı yoksa anlatıcının özel hayatı mı anlayamadan kitap bitti. Hatta, anlatıcı kimdi, Bengi kendisini üçüncü bir kişi olarak mı anlatıyordu yoksa komşuları mıydı? Baba neredeydi, anne neden dönmüştü, nereye gitmişti? Lafı uzatmaya gerek yok, kitaptaki zaman kavramı gibi muğlak ve anlaşılmaz, yarım kalmış hissettim bu hikaye hakkında. Ben sevmedim ancak bu şekilde kitapları okumaktan hoşlanan varsa, okuyabilirler.
"'Her ilk roman, biraz yazarının yaşam serüvenini gözden geçirmesi gibi bir şeydir. Çok şey taşır yazarın yaşamından. Sonraları gözlemler birikip çoğalır, deneyim artar, o zaman başka kişiler, başka dünyalar da yaratılmaya başlanır.' Bengi sesini çıkarmamıştı; düşünüp kalmıştı. Yazdıkları hiç onun yaşamına benzemiyordu. Hayır çok benziyordu. Hem benziyor hem benzemiyordu."
Katıldığım bir nokta var, ilk kitaplar mı bilinmez ancak ben de hikayelerin her zaman yazarlardan -az ya da çok- bir parça taşıdığına inananlardanım. Sabahattin Ali'yi okuduktan sonra gözlem ve deneyimin de bir yazarın sahip olması gereken bir özellik olduğu fikrimin de güçlendiğini söylemek de isterim.
Katıldığım bir nokta var, ilk kitaplar mı bilinmez ancak ben de hikayelerin her zaman yazarlardan -az ya da çok- bir parça taşıdığına inananlardanım. Sabahattin Ali'yi okuduktan sonra gözlem ve deneyimin de bir yazarın sahip olması gereken bir özellik olduğu fikrimin de güçlendiğini söylemek de isterim.