Gılgamış Destanı gibi manzum yazılmış çok destansı eser okudum. Ancak
en çok Gılgamış’ı okumaktan zevk aldım diyebilirim. Aslında eserin edebi ve
tarihi önemi çok büyük. Tarihte bilinen ilk yazılı destandır ve milattan önce
2000 dolaylarında Akad çivi yazısı ile yazıldığı (ilk örneği) söylenmektedir.
Zira işin ilginç yanı, kâğıt yerine kil tablet kalem yerine çivi kullanılan bu
dönemde bu eserin birkaç dile daha çevrilmiş olması. Üzücü olan ise, bu kil
tabletlerin bir kısmının henüz bulunamamış olması. Dolayısıyla eserde bir
akıcılık da olsa, yer yer eksiklikler ve kopmalar olduğu fark ediliyor.
Destanın içinde "Tufan" adıyla büyük bir felaketten bahsedilir ki bu
Kuran'da ve Tevrat'ta anlatılan Nuh tufanına şaşırtıcı derecede benzemektedir.
Ayrıca tanrıların insan formunda olması ve kendi aralarındaki iş bölümü Yunan
mitolojisine de çok benziyor. Buradan kültürlerin birbirlerinden nasıl
etkilendiklerini rahatlıkla gözlemleyebiliyoruz. Destan, Gılgamış adı verilen yarı tanrı yarı insan Uruk kralının (Destanda üçte iki tanrısal üçte bir insan diye
anlatılır. Tahminimce buradan biraz anaerkil bir toplum yapısı örneği çıkıyor
çünkü Gılgamış’ın annesi Tanrıça Ninsun babası ise bir insan.) övülmesiyle
başlıyor:
“Biçimlerin en yücesini vermiş Gılgamış’a
Ulu tanrı,
yarışmış bütün tanrılar,
En iyi
erdemleri verebilmek için ona.”
“Ey büyük
Aruru, yarat şimdi de onunla başkoşanı,
Karşı
dursun Gılgamış’a dilediğince,Birbirinin gücünü tartarken bu iki yiğit,
Dinlensin birazcık Uruk ili.”
Tanrıça Aruru bunun üzerine kara çamurdan insan azmanı yabani
Engidu’yu yaratır ve yeryüzüne gönderir. Ancak Engidu yol iz bilmez,
dolayısıyla dağda hayvanlarla, onlar gibi yaşamaya başlar. Bu dev güçlü
varlığı gören avcılar artık korkularından ava çıkamaz olurlar. Gılgamış bunun
üzerine kendisinden yardım isteyen bir avcıya öğüt verir:
“Git bir fahişe al görünce yanında,
Güçlü erin yenemediğini kadın yensin orada”
Bu kadının yardımıyla Engidu biraz ehlileştirilir ve kadının ardından
Uruk iline gelir. Gılgamış ve Engidu karşılaştıklarında çok fena kapışırlar.
Bunun üzerine Gılgamış üstün gelir ve Engidu bükemediği bileği öper, çok iyi
arkadaş olurlar (Hatta o kadar yakın ki, aralarında romantik bir ilişki olduğunu düşünmedim değil). Beraberce macera ararlar, katran ormanına gidip ejder yapılı
Humbaba'yı öldürürler, yolda aslanlarla savaşırlar. Gılgamış'ın gözüpekliği,
heybeti, cesareti bereket, aşk ve savaş Tanrıçası İştar'ın dikkatini çeker ve
onu arzular:
Kocam ol benim, ben de karın olayım senin."
Gılgamış geçmişinde önce sevgisini sonra lanetini verdiği insanları ona
hatırlatıp İştar'ı reddeder. Görkemli İştar'ın onuru kırılır ve tanrıların
atası Anu'dan gökyüzünün boğasını alıp yeryüzüne indirir. Gılgamış ve Engidu bu
boğayı da öldürürler. Ancak Engidu kısa bir süre sonra - sanırım tanrıların
lanetine uğradı, belki de İştar yaptı - hastalanır ve ölür. Gılgamış üzüntüden
helak eder kendini, ayrıca artık insanı yazgılar yüreğini titretmeye başlar ve
bir ölüm korkusu sarar bizim güçlü kralı:
"Ben,
ölmeyecek miyim? Engidu gibi ölmeyecek miyim?
Üzüntüyle
doldu yüreğim, ölüm korkusu geldi bana,"
Böylece hemen yola koyulur Gılgamış, ölümsüzlüğün sırrını Utna-piştim'den
öğrenmek için. Utna-piştim bilge bir rahiptir ve çok uzun yıllardır –tufandan beridir-
hayattadır. Gece gündüz durmadan dinlenmeden dere tepe düz giden Gılgamış,
Utna-piştim’den ölümsüzlüğün sırrını ister. Utna-piştim Gılgamış’a uzun uzun yıllar
önce (belki 1000 yıl gibi bir süre) dünya üzerinde meydana gelen tufanı tüm
detaylarıyla anlatır (bildiğiniz Nuh Tufanı). Onu sabırlar dinleyen Gılgamış,
isteğinde ısrarcı olur:
“Bana
yardım et nereye gideyim?
Bütün
üyelerimi kötü ruhlar kuşattı.Yatak odamda bekliyor ölüm. Nereye baksam ölüm.”
Utna-piştim Gılgamış’a merhamet eder ve ölümsüzlük otunu nerede
bulabileceğini söyler. Gılgamış otu bulunca hemen yemek yerine Uruk’a götürüp
sevdikleriyle de paylaşmak ister. Ancak suda yıkanırken yılanın biri otu yer
ve kaçar. Uruk’a eli boş dönen Gılgamış, şehrinin güzelliğini görüp onu över ve
bu destan da burada biter (belki de burada Gılgamış gerçek ölümsüzlüğün geride
bir nam ve eser bırakmak olduğunu anlamıştır kim bilir). Destanın sonunda bazı
eklemeler var, Engidu’nun yer altından Gılgamış ile iletişimi ve gördüklerini
anlattığı bir bölüm. Ancak bu konuda ben de Prof. Dr. Landsberger ile
hemfikirim. Bu kısımlar destanın başka dillere çevirisi sırasında eklenmiş
olabilir.
bu kıtabı merak edıyorum
YanıtlaSilve bıranonce okumak ıstıyorum
Tarihi be edebi değeri sebebiyle okunması gereken bir kitaptır kanaatindeyim. İyi okumalar!
YanıtlaSil