1857 yılında basılmış olan bu roman edebiyatçılar tarafından çağdaş ilk realist roman olarak değerlendirilmiştir. Yazıldığı dönemde içeriği sebebiyle büyük tepkiler toplamış ve toplumun bazı kesiminin Flaubert'e cephe almasına sebep olmuş bir kitaptır. Ancak, burjuvazi kadınlarının sıkıntılarını ve ruhsal bunalımlarını anlattığı için kadınlar tarafından sevilmiştir. Ayrıca, Time dergisi tarafından 2007 yılında "tüm zamanların en iyi on kitabı" listesinde Tolstoy'un Anna Karenina'sının ardından ikinci seçilmiştir. Birinci ve ikinci kitabın oldukça yakın konular içerdiğine dikkat çekmek isterim :). Ancak kahramanların psikolojileri arasında biraz farklılık var. Emma Bovary tatminsiz bir kadın, daha doğrusu sahip olduklarıyla yetinmeyi ve mutlu olmayı başaramamış birisi. Doktor olan eşi Charles Bovary ise neredeyse tam tersi: saygın bir mesleği, güzel bir eşi, sıcak ve huzurlu bir yuvası olduğuna inandığı için mutlu bir adam. Kabul etmek gerekirse biraz da sıkıcı. Bayan Bovary evlenerek kurtulduğu köy hayatından sonra kasabada sıkıcı bir doktorla yaşamayı da beğenmeyerek daha lüks, pahalı elbiseler ve seçkin insanlarla dolu bir yaşamı arzular (muhtemelen bulsaydı bunu da beğenmeyecekti). Bu sebeple kendini hayallere, resim yapmaya, piyanosuna ve duygusal romanlar okumaya verir. Bay Bovary eşinin bazı psikolojik sorunları olduğunu fark ettiğinde hava değişiminin ona iyi geleceğini düşünerek başka bir kasabada doktorluk yapmaya başlar. Bayan Bovary ilk günlerde biraz memnun olsa da, yine aynı umutsuzluğun içinde bulur kendini. Bebeği olduktan sonra da bu durum değişmez. Başka adamlarla yasak ilişkiler yaşar, kasabanın satıcısından saçma sapan alışverişler yapar. Bu kasabada işleri yolunda gitmeyen Bay Bovary'nin ise maddi sıkıntıları baş gösterir. Bayan Bovary ise daha çok şehvet, daha çok alışveriş peşinde koşmak için senetler imzalayarak büyük borçların altına girer ve bunları uzun süre eşinden saklamayı başarır. Ancak artık köşeye sıkışacağı ve kaçayacağı zaman da gelecektir.
Cahrles Bovary'nin naif mutluluğu kitap boyunca beni üzdü, bütün gün hastalarıyla ilgilendikten sonra eve gelip huzur buluyordu adam: "Yalnız, her akşam alev alev yanan bir ateş, hazır bir sofra, yumuşak bir koltuk buluyordu; bir de ince bir zevkle süslenmiş, tazelik, serinlik kokan hoş bir kadın."
"Kitap okurken hiçbir şey düşünmezsiniz. Saatler geçer. Görür gibi olduğunuz ülkelerde hiç kımıldamadan dolaşırsınız. Zihniniz anlatılanlara dolanarak ayrıntılara dalar ya da serüvenlere takılıp gider, romanın kişilerine karışır. Onların giysileri içinde yüreği atan sizsinizdir sanki."