Powered By Blogger

17 Ocak 2013 Perşembe

Gılgamış Destanı

Gılgamış Destanı gibi manzum yazılmış çok destansı eser okudum. Ancak en çok Gılgamış’ı okumaktan zevk aldım diyebilirim. Aslında eserin edebi ve tarihi önemi çok büyük. Tarihte bilinen ilk yazılı destandır ve milattan önce 2000 dolaylarında Akad çivi yazısı ile yazıldığı (ilk örneği) söylenmektedir. Zira işin ilginç yanı, kâğıt yerine kil tablet kalem yerine çivi kullanılan bu dönemde bu eserin birkaç dile daha çevrilmiş olması. Üzücü olan ise, bu kil tabletlerin bir kısmının henüz bulunamamış olması. Dolayısıyla eserde bir akıcılık da olsa, yer yer eksiklikler ve kopmalar olduğu fark ediliyor. Destanın içinde "Tufan" adıyla büyük bir felaketten bahsedilir ki bu Kuran'da ve Tevrat'ta anlatılan Nuh tufanına şaşırtıcı derecede benzemektedir. Ayrıca tanrıların insan formunda olması ve kendi aralarındaki iş bölümü Yunan mitolojisine de çok benziyor. Buradan kültürlerin birbirlerinden nasıl etkilendiklerini rahatlıkla gözlemleyebiliyoruz. Destan, Gılgamış adı verilen yarı tanrı yarı insan Uruk kralının (Destanda üçte iki tanrısal üçte bir insan diye anlatılır. Tahminimce buradan biraz anaerkil bir toplum yapısı örneği çıkıyor çünkü Gılgamış’ın annesi Tanrıça Ninsun babası ise bir insan.) övülmesiyle başlıyor:

“Biçimlerin en yücesini vermiş Gılgamış’a
Ulu tanrı, yarışmış bütün tanrılar,
En iyi erdemleri verebilmek için ona.”

 Ve sonrasında Gılgamış’ın nasıl güçlü olduğu ve nasıl heybetli bir gövdeye sahip olduğu anlatılıyor. Ancak bu güçlü ve heybetli Gılgamış, sahip olduğu fazla enerjiden halkına biraz fazla sataşmış olsa gerek, halkı tanrılara yalvarıyorlar. Dilekleri Tanrıça Aruru’nun (yaratım tanrısı) Gılgamış gibi bir yiğit daha yaratması. Böylece Gılgamış’ın dikkati halkın üzerinden rakibine yönelecek. Bu isteklerini şu sözlerle dile getiriyorlar:

“Ey büyük Aruru, yarat şimdi de onunla başkoşanı,
Karşı dursun Gılgamış’a dilediğince,
Birbirinin gücünü tartarken bu iki yiğit,
Dinlensin birazcık Uruk ili.”

Tanrıça Aruru bunun üzerine kara çamurdan insan azmanı yabani Engidu’yu yaratır ve yeryüzüne gönderir. Ancak Engidu yol iz bilmez, dolayısıyla dağda hayvanlarla, onlar gibi yaşamaya başlar. Bu dev güçlü varlığı gören avcılar artık korkularından ava çıkamaz olurlar. Gılgamış bunun üzerine kendisinden yardım isteyen bir avcıya öğüt verir:

“Git bir fahişe al görünce yanında,
Güçlü erin yenemediğini kadın yensin orada”

Bu kadının yardımıyla Engidu biraz ehlileştirilir ve kadının ardından Uruk iline gelir. Gılgamış ve Engidu karşılaştıklarında çok fena kapışırlar. Bunun üzerine Gılgamış üstün gelir ve Engidu bükemediği bileği öper, çok iyi arkadaş olurlar (Hatta o kadar yakın ki, aralarında romantik bir ilişki olduğunu düşünmedim değil). Beraberce macera ararlar, katran ormanına gidip ejder yapılı Humbaba'yı öldürürler, yolda aslanlarla savaşırlar. Gılgamış'ın gözüpekliği, heybeti, cesareti bereket, aşk ve savaş Tanrıçası İştar'ın dikkatini çeker ve onu arzular:

 "Gel Gılgamış, benim güveyim ol,
Sun bana tadını, hadi sunsana,
Kocam ol benim, ben de karın olayım senin."

Gılgamış geçmişinde önce sevgisini sonra lanetini verdiği insanları ona hatırlatıp İştar'ı reddeder. Görkemli İştar'ın onuru kırılır ve tanrıların atası Anu'dan gökyüzünün boğasını alıp yeryüzüne indirir. Gılgamış ve Engidu bu boğayı da öldürürler. Ancak Engidu kısa bir süre sonra - sanırım tanrıların lanetine uğradı, belki de İştar yaptı - hastalanır ve ölür. Gılgamış üzüntüden helak eder kendini, ayrıca artık insanı yazgılar yüreğini titretmeye başlar ve bir ölüm korkusu sarar bizim güçlü kralı:

"Ben, ölmeyecek miyim? Engidu gibi ölmeyecek miyim?
Üzüntüyle doldu yüreğim, ölüm korkusu geldi bana,"

Böylece hemen yola koyulur Gılgamış, ölümsüzlüğün sırrını Utna-piştim'den öğrenmek için. Utna-piştim bilge bir rahiptir ve çok uzun yıllardır –tufandan beridir- hayattadır. Gece gündüz durmadan dinlenmeden dere tepe düz giden Gılgamış, Utna-piştim’den ölümsüzlüğün sırrını ister. Utna-piştim Gılgamış’a uzun uzun yıllar önce (belki 1000 yıl gibi bir süre) dünya üzerinde meydana gelen tufanı tüm detaylarıyla anlatır (bildiğiniz Nuh Tufanı). Onu sabırlar dinleyen Gılgamış, isteğinde ısrarcı olur:

“Bana yardım et nereye gideyim?
Bütün üyelerimi kötü ruhlar kuşattı.
Yatak odamda bekliyor ölüm. Nereye baksam ölüm.”

Utna-piştim Gılgamış’a merhamet eder ve ölümsüzlük otunu nerede bulabileceğini söyler. Gılgamış otu bulunca hemen yemek yerine Uruk’a götürüp sevdikleriyle de paylaşmak ister. Ancak suda yıkanırken yılanın biri otu yer ve kaçar. Uruk’a eli boş dönen Gılgamış, şehrinin güzelliğini görüp onu över ve bu destan da burada biter (belki de burada Gılgamış gerçek ölümsüzlüğün geride bir nam ve eser bırakmak olduğunu anlamıştır kim bilir). Destanın sonunda bazı eklemeler var, Engidu’nun yer altından Gılgamış ile iletişimi ve gördüklerini anlattığı bir bölüm. Ancak bu konuda ben de Prof. Dr. Landsberger ile hemfikirim. Bu kısımlar destanın başka dillere çevirisi sırasında eklenmiş olabilir.

2 yorum:

  1. bu kıtabı merak edıyorum
    ve bıranonce okumak ıstıyorum

    YanıtlaSil
  2. Tarihi be edebi değeri sebebiyle okunması gereken bir kitaptır kanaatindeyim. İyi okumalar!

    YanıtlaSil

Hoşgeldiniz :) Yorumlarınız benim için bir kazançtır.