Tolstoy’un en çok beğendiğim klasiğidir
Anna Karenina. Bu kadar geç okumuş olmam da benim bir kaybımdır. Bu kitabı
yıllarca okuyamamamın sebebi hikayesini lise yıllarımdan biliyor olmamdı. Bir gün
değerli bir arkadaşım başka bir kitap için “Sana kitabın sonunu söylerim”
esprime “İstersen söyle, sonunu bilmek mühim değil, önemli olan süreçtir”
demişti. Benim söz benim ufkumu açtı.
Açık ufkumla ilk okuduğum kitap Anna Karenina oldu. Normal şartlarda haftada
bir kitap okurum ancak bu kitabı yirmi günde bitirdim (sebebi: 900 sayfa J ).
Sevgili Anna 19. Yüzyıl Rusya’sında
yaşayan aristokrat bir ailenin güzel mi güzel kızıdır. O dönemin aile
gelenekleri (muhtemelen yüksek sosyeteye mensup ailelerde böyleydi) kızların
ailenin uygun bulduğu damat adaylarıyla evlenmelerini gerektirmektedir. Ancak
bu durumda her zaman mutlu evlilikler yaşanamamaktadır elbette. Anna’da veya
onun erkek kardeşi Stephan Arkadyeviç’te olduğu gibi. Anna yakışıklı ve genç
subay Kont Vronski ile karşılaşmasaydı veya Kont kendisine âşık olup peşine
düşmeseydi, belki mutsuz evliliğinin farkına varamayacaktı. Sekiz yaşındaki
dünyalar sevimlisi biricik oğluyla mutlu bir hayatı olduğunu bile düşünecekti.
Ancak aşkın yakıcılığı Anna’yı da sarınca artık geri dönülemez bir yola girmiş
olduğu farkeden Anna uzun süre aşkı ve ailesi arasında bocaladıktan sonra
kitabın içinde geçtiği zamanın toplumsal değerlerine ters düşecek ve kendisini
mensup olduğu yüksek sosyete içinde küçük düşürecek bir kararla aşkını tercih edecekti.
Aslında Vronski’nin bebeğini doğurduktan sonra –ki o zaman öleceğine inanmıştı
ve bu inançla neredeyse ölüyordu- yaşadığı vicdan azabıyla eşinden af dilemiş
ve bir süre daha devam etmeye çalışmıştı ancak sonuç olarak Anna onunla mutlu
değildi. Vronski için eşini ve oğlunu terk edince beraber bütün Avrupa’yı gezip
yeniden Rusya’ya döndüklerinde gördüler ki artık yüksek sosyetenin onlara
bakışı pek hoş değildi bu durum hayatlarını sıkıcı hale getiriyordu. Çünkü
kitaptan anlaşıldığı kadarıyla yüksek sosyetenin vazgeçilmez eğlenceleri vardı:
konserler, opera, tiyatro, balolar ve kabul günleri… Takdir edersiniz ki Anna
ve Vronski artık bu eğlencelere katılamıyorlardı ve artık misafirleri de pek
olmuyordu. Bu durum ilişkilerinde yıpranmaya ve özellikle Anna’yı etkisi altına
alacak psikolojik sorunlara sebep olacaktı. Anna günden güne bozulan
psikolojisiyle verdiği kararı gözden geçirecek ve daha da saçma kararlar
alacaktı.
Ne kadar doğru yaptı bilemeyiz
elbette, o kısmı okuyucunun takdirine kalmıştır. Ancak bu kitapta oldukça
başarılı psikolojik çözümlemeler gözlemleyebilir, 19. Yüzyıl Rusya’sının
soylularının günlük hayatı, yeri geldiğinde yemek ve giyinme kültürleri, döneme
has sosyal aktiviteleri, sorunları – aslında
Bolşevik ihtilaline giden yolda yaşanılan zorlukların izlerini ve gün gün
fakirleşen zengin kesimin sıkıntılarını – hakkında bilgi sahibi olabilirsiniz.
Dönemin yüksek sosyetesi, gözlemlerime göre çok iyi derecede Fransızca bilen,
çocuklarını mutlaka İngiliz veya Fransız dadılarla yetiştiren, bir araya
geldiklerinde politika veya sanat gibi entelektüel konularda konuşan kişiler
olarak anlatılmış – ki mektupları ve birbirlerine hitapları bile çok kibar -
(Belki de Tolstoy olanı değil olması gerekeni yazmıştır J ). Tolstoy ana karakterlerden
ziyade diğer karakterleri ve onların hayatlarını da detaylı anlatmayı tercih
etmiştir (ki aslında Anna ve Vronski’nin hikâyesi 200 sayfayı geçmezdi). Anna’nın
erkek kardeşi Stephan, onun Doli ile artık monotonlaşmış evliliği (ve altı
çocukları), Doli’nin kız kardeşi Kiti ve onun toprak ağası Levin ile evliliği
(köylülerin yaşamını ve soylu-köylü ilişkisini az da olsa burada
anlatılanlardan anlayabiliyoruz), Levin’in erkek kardeşleri ile ilişkisi vb.
Ancak onların hayatları da ilginç. Tahminimce sıkılmadan okunabilecek birkaç
klasikten biridir. Okumaya fırsatı olmamış herkese tavsiye ederim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hoşgeldiniz :) Yorumlarınız benim için bir kazançtır.