Bursa seyahatimde arkadaşımın kitaplığından okumak için iki kitap almıştım, bir tanesi de buydu. Kitabı kısa sürede okudum ve bitince bir an "Ne okudum ya ben?" afallaması yaşadım. Hikaye bir yerde tekdüze anlatımla sıkıcılıktan uykumu getirirken, başka bir bölümde aniden adrenalin yaşatacak şekilde kurgulanmıştı. Takis Theodoropoulos'un dilimize tercüme edilen ve buram buram Ege kokan bu ilk kitabının ana karakteri Atina'da yaşayan, hayatının ilk kırk yılını geride bırakmış ve artık dağılan hayatını nereden toparlayacağını bilmeyen Andreas Giyonis. Andreas, eşinden ayrılmış ve yeni yeni ergenlik bunalımlarına girmeye başlayan kızı ile arada bir görüşen, tam olarak hayattan ne istediğini bilemediği için yazar olmasına rağmen yayıma çıkacak kitabını henüz tamamlamamış bir adam. Bir de tüm bunların üzerinde yarı Yunan yarı Amerikalı Chryssa'ya aşık olunca içinde bulunduğu kararsızlık durumu iyice artar. Maddi sıkıntılarının yanında Chryssa'nın aşırı heyecanlı hayatı da kendisini biraz yıpratır. Her şey sıradan bir şekilde ilerlerken, bir gün birdenbire kendisini uluslararası bir kaçakçılık olayına karışmış olarak bulur. Hayatına anlam katabilmek için değiştirmeye çalışırken muhtemelen bu kadarını kendisi de tahmin etmemiştir. Andreas'ın kaçtığı kişi artık sadece "kendisi" değildir ama hayat bazı insanları umulmadık zamanda umulmadık hediyeler de verebilmektedir.
Andreas Giyonis'i kime benzetebiliriz diye düşünüyorum, tam anlamıyla budur diyemesem de, Albert Camus'un Mersault'u kadar hayata boş vermiş bir yanı vardı. Bu nedenle bu karakteri kitapta okumak veya filmde izlemek ayrı bir keyif verebilse de, gerçek hayatta böyle biriyle arkadaş veya sevgili olmayı kimse istemezdi diye de düşünmemek elde değil. Bu arada yazarın Elia Kazan'ın filmlerinden veya Kazancakis'in kitaplarından yeri geldikçe bahsetmesi ve ara ara Yunan Mitolojisine atıf yapılması da beğendiğim diğer yönlerden. Genel itibariyle ise, çok beğendiğim bir kitap olamadı maalesef, daha iyilerini okumuştum. Merak edenler için iyi okumalar!
Andreas Giyonis'i kime benzetebiliriz diye düşünüyorum, tam anlamıyla budur diyemesem de, Albert Camus'un Mersault'u kadar hayata boş vermiş bir yanı vardı. Bu nedenle bu karakteri kitapta okumak veya filmde izlemek ayrı bir keyif verebilse de, gerçek hayatta böyle biriyle arkadaş veya sevgili olmayı kimse istemezdi diye de düşünmemek elde değil. Bu arada yazarın Elia Kazan'ın filmlerinden veya Kazancakis'in kitaplarından yeri geldikçe bahsetmesi ve ara ara Yunan Mitolojisine atıf yapılması da beğendiğim diğer yönlerden. Genel itibariyle ise, çok beğendiğim bir kitap olamadı maalesef, daha iyilerini okumuştum. Merak edenler için iyi okumalar!
"Geçmiş; belleğin en dolambaçlı kıvrımlarından, bedenin özümsediği anılara kadar, hepimizin ruhumuzun derinliklerinde sakladığımız bu yaşanmışlık, yaşamın gerçekleşmiş bölümü, şaşkınlığın düzeninde yerini bulabilmiş bir kesitidir... Şimdiki zaman hep somut, kesin kurallarla belirlenmiş, dolayısıyla duyarsız olduğundan, özgünlüğümüzü oluşturan geçmiş zamandır."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hoşgeldiniz :) Yorumlarınız benim için bir kazançtır.