Powered By Blogger

30 Mayıs 2016 Pazartesi

Paris Ne İstediğimi Anlat Bana - Rachel Spencer

Bu kitabı yıllar önce (2009 yılında) indirimli kitaplar bölümünden almıştım, daha önce okumaya hiç fırsatım olmamış. Aslında kitapta anlatılanların hayatımı değiştirdiği söylenemez, ama bir anı kitabı olması ve benim henüz sahip olmadığım tecrübeleri anlatması dolayısıyla okuduğum için de pişman değilim :). Kitap, yazar Rachel Spencer'in bir gün hayatını değiştirmek istemesiyle başlıyor. Gazetecilik yapmasına rağmen asıl yapmak istediğinin bu meslek olmadığını hisseden Rachel, ne yapmak istediğine karar verebilmek için her şeye biraz ara vererek, Paris'e doğru çocuk bakıcılığı yapmak üzere yola çıkar. Kitapta birkaç yerde aslında yazar olmak istediğini ima eden Rachel, Paris'te au pair (dadı) olarak geçirdiği dönemi, Amerika'ya döndüğünde bir gazetede yazı dizisi olarak yayınlar ve sonrasında anılarından oluşan bu kitap ortaya çıkar. Kitabın anlatımı oldukça sıkıcıydı ve Rachel'in de Paris'te eğlenceli vakit geçirdiği de pek söylenemez. Dolayısıyla akıcı veya eğlenceli bir kitap olduğunu düşünerek okumaya başlamanız kitabı bırakmanıza sebebp olabilir. Ayrıca gazetecilik yapmak istemeyen Rachel'in Paris macerasından sonra Amerika'ya döndüğünde tekrar gazetecilik mesleğine devam etmesi de şaşırdığım hususlardan birisi. Sanırım Paris kendisine gerçekten ne istediğini anlatamadı ya da asıl istediğinin gazetecilik olduğunu vurguladı, anlayamadım. Kitaba ilişkin sevdiğim birkaç yer, Paris dışında yer alan kırsala birkaç günlüğüne yaşayama gittiği bölümdü, Fransız kırsalındaki pazar yerleri ve yaşam tarzı bana çok tanıdık geldi. Ayrıca kırsaldaki Fransız'ların çiftliklerde kendi şaraplarını kendileri yapmalarını, yemek pişirme konusunda ustalaşmalarını (ekmek çeşitleri) ve basit rahatsızlıklara doğal tedavi yöntemleri uygulamalarını da ilginç buldum. Okumak isterseniz, sıkıcı bir kitap olduğunu ve genç bir kadının gelgitleri üzerine kurulduğunu anımsatmak isterim.

"Aylar önce 23 yaşında yeni güne uyandığımda hiç planlamadığım, hatta hiç istemediğim bir hayat yaşıyor olduğumu fark ettim. Bildiğim her şey yanlıştı - olduğumu zannettiğim kişi, nereye gitmeyi ve ne yapmayı düşündüğüm... Küçük bir kız iken sahip olduğum bütün o hayaller, üzüntüden bitkin düşüşlerim ve dua, ümit edişler ve dileyişler... Bunların hepsi üniversite yıllarım süresince ve sonrasında bir bilinmeze doğru giderek kayboldular."

23 Mayıs 2016 Pazartesi

Bir Düğün Gecesi - Adalet Ağaoğlu

Adalet Ağaoğlu'nun dört yılda tamamladığı bu eser (1974-1978 yılları arasında yazılmıştır) Dar Zamanlar Üçlemesi'nin ikinci kitabı. Kitap Ölmeye Yatmak romanının devamı şeklinde kurgulanmıştır ancak bu kez ilk kitapta detaylı anlatılan Aysel karakterine değil de, Aysel'in yakın çevresindeki (eşi Profesör Ömer, kız kardeşi ressam Tezel, Aysel'in annesi Fitnat Hanım, yeğeni ve gelin Ayşen vb.) kişilere odaklanarak onların hayatlarından kesitler sunmaktadır. 1970'li yılların siyasi ve ekonomik sorunlarını bir düğün gecesinde Ankara Anadolu Kulübü'nde düğüne katılan insanlar üzerinden anlatan yazar yazıldığı dönemde oldukça ilgi görmüş ve bu eser ile çok sayıda ödül almış. Bununla beraber, belki konjonktürün değişmesi sebebiyle belki de aradan geçen kırk yılın yeni nesil üzerindeki etkisi sebebiyle bilemiyorum ama ben okurken konudan çok sıkıldığımı itiraf etmek isterim. 1970'li yılların ordu-siyaset ilişkisi ve  farklı politik görüşlerin ve toplumsal sınıfların çarpışması konuları ne kadar objektif bir çerçeveden ve akıcı bir dille anlatılıyor olursa olsun benim için okunması çok zor eserler haline geldi maalesef. Bir açıdan da eğer ilginiz varsa, dönemi anlamak ve dönemim şartlarının insanların hayatlarını nasıl etkilendiği öğrenmek adına okunabilir bir eser olduğunu düşünüyorum. Daha önce de belirttiğim gibi, Adalet Ağaoğlu gözlem yeteneği çok güçlü olan bir yazar, ve bu eserinde de bu yönünü açık bir şekilde görüyoruz.
 
Güçlü karakterlerin iç dünyalarında gezinmek isterseniz bu kitaı okumanızı tavsiye ederim (umarım benim gibi sıkılmazsınız). Kitabın akılda kalan pek çok yönü var ancak benim açımdan en çok akılda kalan cümle (Türk Edebiyatında da en bilinen başlangıç cümlelerindendir): İntihar etmeyeceksek içelim bari!

"Bayılıyorum ülkeme. Bu ülkeye! Her gün festival. Her gün çok eğlenceli geçiyor. O iyi sergilerim döneminde, o iyi sergilerimden birinde, usulca yanıma sokulup da yüzüme tüküren, elinin tersiyle de yeterince devrimci bulmadığı şu yanağıma bir şamarcık konduran bir yığın Jeanne d'Arc'ımızdan en millet kurtarıcısı bile, şimdi yeni Mehmetçik'imizin elinden kızlığını nasıl kurtaracağının telaşına düştü."

Ölmeye Yatmak eseri hakkında:
http://mahrem-i-esrar.blogspot.com.tr/2014/05/olmeye-yatmak-adalet-agaoglu.html

11 Mayıs 2016 Çarşamba

Canım Aliye, Ruhum Filiz - Sabahattin Ali

Sabahattin Ali insan olmaya dair tüm duyguları çok derin yaşayan bir insan. Pek çok kitabını okumuş biri olarak üzüntülerini sonuna kadar hisseden ve yazan biri olduğunu söyleyebilirim. Sabahattin Ali'nin mektuplarından oluşan Canım Aliye, Ruhum Filiz kitabında, kendisinin aşk, sevgi ve özlem duygularını yakından hissediyor olacağız. Özellikle nişanlılık dönemlerinde biricik nişanlısı Aliye Hanım'a yazdığı mektuplardan gerçek bir aşk ve özlem fışkırıyor gibi. Nişanlılık döneminde İstanbul'da yaşayan (kendisi Ankara'da) Aliye Hanım'a evleneceği güne kadar neredeyse birkaç günde bir gönderdiği mektuplar kitabın ilk bölümünü oluşturuyor (1935 yılına ait). Aliye Hanım'ın Sabahattin Ali'ye yazdığı mektuplar kitapta yayınlanmamış, bu nedenle ne yazmış olabileceğini yalnızca yazarın mektuplarından tahmin edebiliyoruz. Devamında 1943-1944 yıllarında Sabahattin Ali askerde iken eşine yazdığı mektuplar bulunmakta. Buraya kadar tüm mektuplar -muhtemelen alışkanlığı sebebiyle- hep eski yazı ile yazılmış (Osmanlı Alfabesi, mektupların görüntüleri de eklenmiştir). Ancak arada kızı Filiz Ali'ye gönderdiği kısa mektupları yeni yazı ile (Latin Alfabesi) yazılmış. Filiz Ali'nin yeni okula başladığı düşünülürse, yalnızca yeni yazıyı okuyabildiğini tahmin ediyorum :). Aliye Hanım'ın olduğu gibi, Filiz Ali'nin de kendisine yazdığı mektuplar kitapta yayınlanmamış. Son olarak, 1946-1947-1948 yıllarında ait mektuplar da (maddi sıkıntılara, siyasi sorunlara ve dergilerine değinen) eserde yerini alıyor.

Sabahattin Ali tanınan ve sevilen bir yazar, bu nedenle özel hayatını da anlatsa, mektuplarının yayınlanmasında kendi adıma bir sakınca görmüyorum. Ancak eşinin ve kızının mektuplarının yayınlanmamış olmasını üzüntüyle karşılasam da yerinde bir hareket olarak görüyorum. Kitap kendisinin mektuplarından oluştuğu için eleştirilecek bir yönü yok ama son mektubunun 13 Mart 1948 (vefatından yaklaşık bir ay önce) olması beni biraz hüzünlendirdi.
 
"Etrafın seni sıktığı zaman kitap oku... Ben şimdiye kadar her şeyden çok kitaplarımı severdim. Bundan sonra her şeyden çok seni seveceğim ve kitapları beraber seveceğiz. İnsan muhitin bayağı, manasız, soğuk tesirlerinden kurtulmak istediği zaman yalnız okumak fayda verir. Bana en felaketli günlerimde kitaplarım arkadaş olmuştu. Fakat bu yetmiyor. Şiirlerimde de gördün ki kitaplara rağmen çok ıstırap çektim. Çünkü candan bir insanım yoktu. Sen benim yarım kalan tarafımı ikmal edeceksin."