Yirminci yüzyıl edebiyatçıları arasında hatrı sayılır bir yeri olan Virginia Woolf'tan okuduğum ilk kitap "Deniz Feneri" oldu (iyi mi yaptım bilmiyorum). Ancak kitaptan çok etkilendiğimi veya çok beğendiğimi söyleyemeyeceğim. Anlaması zordu ve anlatım teknikleri de alışık olduğum tarzlardan oldukça farklıydı. 1927 yılında yayınlanmış bu romanda Woolf'un öncülerinden biri olduğu "bilinç akışı" tekniğinin kullanıldığı belirtilmektedir (Bilinç akışı: karakterin düşünme eylemini olduğu gibi aktarmaya çalışan bir edebi tekniktir). Anlaşılmasına daha çok yardımcı olacağını düşündüğüm için şu şekilde açıklamayı uygun buluyorum: Zihninizi serbest bırakın, düşünceler birbirinden çağrışım yaparak serbestçe akacaktır, işte bu şekilde bir anlatımın romana aktarılmasıdır Deniz Feneri. Romanda iç diyaloglar şeklinde aktarılan olayların (aslında pek bir olay zinciri de yok) Woolf'un çocukluk anılarından esinlenildiği söylenmektedir (çocukken yazları deniz kıyısı bir kasabada zaman geçirmiştir). Kitap üç bölümden oluşuyor: Pencere-Zaman Geçer-Fener. İlk bölümde Ramsey ailesi, evlerinde verilen akşam yemeği, komşuları ve çocukları insanların iç dünyaları anlatılarak aktarılır. Bu bölümün en önemli olayı, muhtemelen küçük James'in fenere gitmek isteyip bir türlü gidememesidir. Bir de komşuları Lily'nin resim yapmak konusunda bir türlü yeterli özgüveni toplayamaması (Tansley'in kadınlar hakkında asla yazı yazmayı veya resim yapmayı beceremeyeceklerine dair söylemleri de bu konuda etkili olmuş olabilir). İkinci bölüm yıllar sonrasından (muhtemelen bir on yıl) bahseden kısa ve trajik bir bölüm olarak karşımıza çıkıyor ve son olarak üçüncü bölümde James'in babasıyla beraber çocukken bir türlü gidemediği Fener'e gidişinin hikayesini ve Lily'nin tablosunu okuyoruz.
Karakterlerin neredeyse dış görünüşlerinden bahsedilmiyor, daha ziyade mekanlara ve iç dünyalara odaklanılıyor. Bazı eleştirilere katılıyorum, ilk bakışta çok dağınık görünen konular kitabın sonuna doğru toparlanyor, tabi sona gelmeyi başarırsanız (bu kitabı okuyabilmek için konsantrasyon gerekmekte yoksa sizin de zihniniz akıp gidiyor). Belki de benim şanssızlığım kitabın çevirisinin pek de iyi yapılmamış olmasıdır, bu konudaki bir eleştirim de Bay/Bayan Ramsey denilebilecekken neden Türkçeye tercüme edilmiş bir kitapta Mr./Mrs. Ramsey şeklinde ifadelere başvurulduğudur. Sonuçta Türk bir okuyucu olarak ben Mr.'nin ne anlama geldiğini bilmek zorunda değilim sanırım. Yeterince sabrınız varsa okumayı deneyebilirsiniz. Bu arada Virginia Woolf'un kendi hayatı da özgün ve yenilikçidir, ona da bir göz atmanızda fayda var.
"Fener o zamanlar gümüş rengi, akşamları ansızın ve usulca açılan sarı bir gözü olan, puslu bir kuleydi. Şimdiyse - ... Beyaz badalanı kayaları görebiliyordu; çıplak ve dimdik duran kuleyi; kafes şeklindeki siyah veyaz çizgileri; pencereler de vardı; kurumaları için kayalara serilmiş çamaşırları bile görebiliyordu. Demek fener buydu, öyle mi?"
"Resim yapar gibi yapmaktan nefret ediyordu. Bir fırça; çekişmelerle, yıkımla, karmaşayla dolu bir dünyada güvenebileceğiniz tek şey - insanın, bilerek de olsa oyunlarına alet etmemesi gereken tek şey: bundan nefret ediyordu."
Karakterlerin neredeyse dış görünüşlerinden bahsedilmiyor, daha ziyade mekanlara ve iç dünyalara odaklanılıyor. Bazı eleştirilere katılıyorum, ilk bakışta çok dağınık görünen konular kitabın sonuna doğru toparlanyor, tabi sona gelmeyi başarırsanız (bu kitabı okuyabilmek için konsantrasyon gerekmekte yoksa sizin de zihniniz akıp gidiyor). Belki de benim şanssızlığım kitabın çevirisinin pek de iyi yapılmamış olmasıdır, bu konudaki bir eleştirim de Bay/Bayan Ramsey denilebilecekken neden Türkçeye tercüme edilmiş bir kitapta Mr./Mrs. Ramsey şeklinde ifadelere başvurulduğudur. Sonuçta Türk bir okuyucu olarak ben Mr.'nin ne anlama geldiğini bilmek zorunda değilim sanırım. Yeterince sabrınız varsa okumayı deneyebilirsiniz. Bu arada Virginia Woolf'un kendi hayatı da özgün ve yenilikçidir, ona da bir göz atmanızda fayda var.
"Fener o zamanlar gümüş rengi, akşamları ansızın ve usulca açılan sarı bir gözü olan, puslu bir kuleydi. Şimdiyse - ... Beyaz badalanı kayaları görebiliyordu; çıplak ve dimdik duran kuleyi; kafes şeklindeki siyah veyaz çizgileri; pencereler de vardı; kurumaları için kayalara serilmiş çamaşırları bile görebiliyordu. Demek fener buydu, öyle mi?"
"Resim yapar gibi yapmaktan nefret ediyordu. Bir fırça; çekişmelerle, yıkımla, karmaşayla dolu bir dünyada güvenebileceğiniz tek şey - insanın, bilerek de olsa oyunlarına alet etmemesi gereken tek şey: bundan nefret ediyordu."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hoşgeldiniz :) Yorumlarınız benim için bir kazançtır.