Çağdaş İran Edebiyatı üzerine ne biliyoruz? "Farsça veya yabancı bir dil bilmiyorsak hemen hiç" demiş Behçet Necatigil. Tam da böyle aslında, köklü bir tarihe, sanata, kültüre sahip, ünlü felsefeciler ve bilim adamları yetiştirmiş bir İran uygarlığı hakkında bugün hiçbir şey bilmememiz hem garip hem de bir kayıp. Sadık Hidayet'in "Kör Baykuş"u bu anlamda bir başlangıç olabilir, ancak önceden uyarmak isterim ki kitap aşırı derecede menfi düşünce içermektedir (bazı insanlar bu durumda rahatsız olabilir). 1937 yılında ilk olarak Hindistanda basılan (İran'da yasak olduğu söylenmektedir) kitap, yaşadığı travmaları atlatamamış hisli bir adamın gel-gitlerini anlatmaktadır (ya da ben böyle anladım). Zamandan ve mekandan bağımsız bir şekilde sanki aniden ortaya çıkan ve boşlukta kaybolan amca, arabacı, mezarcı, genç kız veya eski eş olayın daha da karmaşıklaşmasına sebep olmaktadır. Bununla beraber aniden ortaya çıkan ve sonra tek bir karakterde (anlatıcıda veya eski eşinde) birleşen bu kişiler sayesinde yazarın geçmişine ilişkin veya nasıl olup da bu ruh haline büründüğüne ilişkin bazı ipuçları edinebiliyoruz. Kitap baştan sonra ölüm döşeğinde sanrılar gören birinin sayıklamaları gibi, bu nedenle neyin hayal neyin gerçek olduğu sizin değerlendirmenize kalacak gibi görünüyor. Ancak kitabı okurken o keskin afyon kokusunu, yıllanmış şarabın kokusunu, çürümüşlüğün kokusunu oldukça net duyumsuyorsunuz.
Kitabın sonunda yer alan Sadık Hidayet'in de yakın bir arkadaşı olan başka bir İranlı edebiyatçı Bozorg Alevi'nin son sözü hikayeyi ve yazarı daha iyi anlamamızı sağlıyor. Yine de, Kör Baykuş'u okuyan herkes Bozorg Alevi'nin açıklamalarına ihtiyaç duymaksızın genç yaşta intihar ederek hayatına son veren bir yazarın yaşadığı bunalımı net olarak hissebilir hem de daha ilk cümleden: "Yaralar vardır hayatta, ruhu cüzzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıkta yiyen, kemiren yaralar."
Kitap Batılı edebiyatçılar tarafından da eleştirilmiş ve beğenilmiş bir eserdir, Doğu eserleri arasında yer alan nadide eserlerden addedilir. Bu şekilde övülmeyi hak ettiğini düşünmüyorum, şunu diyebilirim sadece; Kör Baykuş; eğitimli ve zengin bir aileden gelen ve dünyayı gezeren tanıma fırsatı bulmuş bir yazarın bir şekilde Batıya tanıtmayı başardığı bir eserdir. Güzel bir kitaptır, inkar edilemez ancak bu topraklarda daha niceleri vardır, bilinmez, bununla beraber, okunmasını tavsiye ederim.
"Yaralar vardır hayatta, ruhu cüzzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıkta yiyen, kemiren yaralar. Kimseye anlatılamaz bu dertler, çünkü herkes bunlara nadir ve acayip şeyler gözüyle bakarlar. Biri çıkar da bunları söyler ya da yazarsa, insanlar, yürürlükteki inançlara ve kendi akıllarına göre hem saygılı hem de alaycı bir gülüşle dinlerler bunları. Çünkü henüz çaresi de, devası da yok bu dertlerin. Tek ilaç şarap yardımıyla unutmaktır; afyonun ve uyuşturucu maddelerin sağladığı sahte uykudur. Ama ne yazık ki bu tür devaların da etkileri geçicidir, acıyı kesecekleri yerde çok geçmeden daha da şiddetlendirirler."
Kitabın sonunda yer alan Sadık Hidayet'in de yakın bir arkadaşı olan başka bir İranlı edebiyatçı Bozorg Alevi'nin son sözü hikayeyi ve yazarı daha iyi anlamamızı sağlıyor. Yine de, Kör Baykuş'u okuyan herkes Bozorg Alevi'nin açıklamalarına ihtiyaç duymaksızın genç yaşta intihar ederek hayatına son veren bir yazarın yaşadığı bunalımı net olarak hissebilir hem de daha ilk cümleden: "Yaralar vardır hayatta, ruhu cüzzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıkta yiyen, kemiren yaralar."
Kitap Batılı edebiyatçılar tarafından da eleştirilmiş ve beğenilmiş bir eserdir, Doğu eserleri arasında yer alan nadide eserlerden addedilir. Bu şekilde övülmeyi hak ettiğini düşünmüyorum, şunu diyebilirim sadece; Kör Baykuş; eğitimli ve zengin bir aileden gelen ve dünyayı gezeren tanıma fırsatı bulmuş bir yazarın bir şekilde Batıya tanıtmayı başardığı bir eserdir. Güzel bir kitaptır, inkar edilemez ancak bu topraklarda daha niceleri vardır, bilinmez, bununla beraber, okunmasını tavsiye ederim.
"Yaralar vardır hayatta, ruhu cüzzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıkta yiyen, kemiren yaralar. Kimseye anlatılamaz bu dertler, çünkü herkes bunlara nadir ve acayip şeyler gözüyle bakarlar. Biri çıkar da bunları söyler ya da yazarsa, insanlar, yürürlükteki inançlara ve kendi akıllarına göre hem saygılı hem de alaycı bir gülüşle dinlerler bunları. Çünkü henüz çaresi de, devası da yok bu dertlerin. Tek ilaç şarap yardımıyla unutmaktır; afyonun ve uyuşturucu maddelerin sağladığı sahte uykudur. Ama ne yazık ki bu tür devaların da etkileri geçicidir, acıyı kesecekleri yerde çok geçmeden daha da şiddetlendirirler."