Powered By Blogger

28 Mart 2017 Salı

Üçüncü Kız - Agatha Christie

Uzun zamandır polisiye kitap okumuyordum, bazen yorulunca veya bir yenilik arayışında iyi gidiyor. Dedektif romanlarının fanı veya sürekli okuyucusu değilim ancak yılda birkaç kez okuyunca hoşuma gidiyor. Bir de hikayeye kendinizi kaptırırsanız, eski okuma heyecanınızı tekrar kazanıyorsunuz. Aslında başarılı bir dedektif romanı okuyucusu değilim, özellikle Agatha Christie söz konusu olunca, zekice ve anlaşılması zor kurgularını çözemiyorum ve genelde katilin kim olduğunun açıklanmasını yazara bırakıyorum :). Ancak dedektif romanı sevenlerin bir süre sonra yazarın tarzına uyum göstererek kolaylıkla tahminde bulunduklarını tahmin ediyorum. Yine de katili tahmin edebilme açısından Üçüncü Kız hikayesi biraz karmaşıktı. Tüm hikaye genç bir kızın Belçikalı dedektif Hercule Poirot'un ofisine gelerek bir cinayet işlemiş olabileceğinden söz etmesi ile başlıyor. Her ne kadar genç kız ile yıldızları barışmasa da, adını bile söylemeden ortadan kaybolan kızın hikayesi Poirot'un dikkatini cezbediyor. Londra'da yaşan zengin bir adamın kızı olan Norma Restarick'ein kimliğine kadim dostu ve roman yazarı Ariadne Oliver aracılığı ile erişiyor ve yine her zamanki havalı tarzıyla Norma'nın ne demek istemiş olabileceğinin peşine düşüyor. Poirot'un cevaplaması gereken sorular bu kez çok çetrefilli oluyor: Ortada gerçekten bir cinayet var mı? Norma nerede?

İlk olarak 1966 yılında yayımlanan romanın orijinal adı Third Girl olmasına rağmen Türkiye'de ilk baskıları "Tavuskuşu Cinayeti" adı altında yapılmış. Belki bu başlıkla kitabı daha önce okumuş olabilirsiniz. Benim Agatha Christie kitapları ile ilk tanışmam ilk baskısı 1945 yılında yapılmış olan "Şampanyadaki Zehir" romanıydı. Çocukluğumda bu kitabı ilk okuduğumda çok beğendiğimi anımsıyorum. Ancak hiçbir zaman yazarın hayranı olmadım, yine de zeki kurgular yapan başarılı bir dedektif romanı yazarı olduğu da su götürmez bir gerçek. Okumaktan hoşlananlara iyi okumalar!

"Belçikalı dedektifle yaptığı konuşmayı ve onun yaptığı uyarıyı hatırladı. Saçma... Hercule Poirot ile paylaştığı meseleyle uğraşmaması için bir neden var mıydı? Belçikalı dört duvar arasında bir koltuğa oturup parmak uçlarını birbirine yaslayarak, gri hücrelerini çalıştırmayı yeğlerdi. Ama bu yöntem Bayan Oliver'e göre değildi. Kendi kendine bir şeyler yapması gerektiğini vurguladı..."

Yazarın Sonunda Ölüm Geldi kitabı hakkında:
http://mahrem-i-esrar.blogspot.com.tr/2014/01/sonunda-olum-geldi-agatha-christie_10.html 

21 Mart 2017 Salı

Bana Bir Şans Ver - Sadık Başkaya

Galatasaray Üniversitesi'nde yüksek lisans yaptığım için, kütüphaneden çıkış yapılan eserler arasında (alıp okuyabiliyorsunuz) bu kitabı da gördüm ve dersin başlamasını beklerken meraktan okumaya başladım. Zaten fazla uzun olmadığı ve dialoglarla hızlı ilerlediği için kitabı geri bırakmadım ve zaten ertesi gün bitirdim. Kitap için büyük beklentilere girilmemesi gerekiyor, zaten bir başkasının ses kayıtlarının yazıya geçirilmesi şeklinde olduğu içerikte belirtiliyor. Bu nedenle olsa gerek sık sık benzer şeyler tekrar ediliyor. Kitabın konusu üniversite eğitimi sırasında aynı üniversiteden genç bir kadına aşık olan ve yıllar boyunca kendisinden olumlu yanıt bekleyen bir gencin karşılıksız aşkının kendi açısından anlatılması şeklindedir. Üniversitenin ilk yılında laboratuvar çalışmaları sırasında karşılaştığı genç kadının (Hümeyra) dikkatini çekmek için yapabileceği her şeyi deneyen Mahmut, hiç ümidini kesmeden yıllarca beklemeyi seçiyor. Aslında sevilen kadının mesajı en baştan beri çok açık; "Mahmut Abi" olarak mesajı veriyor. Yine de karşı tarafa kendisini arkadaş olarak gördüğüne ikna edemeyince kibarca kendisinden uzaklaştırma yoluna gidiyor. Tipik bir platonik aşk macerasının yanında her şey kahramanların başına gelen başka olaylarla devam eden dört-beş yıllık bir hikayeye dönüşüyor.

Kitabın yazarı Sadık Başkaya Galatasaray Üniversitesi'nde uzun yıllar memurluk yapmış birisi (hala memur olarak çalışıyor mu bilmiyorum). Bu nedenle sanırım kitaplarından okunması için kütüphaneye bırakmış. Başka bir yerde bulabilir misiniz bilmiyorum ama sanırım kitap internette satışta. Ben kendi adına kitabı çok sevdiğimi söyleyemeyeceğim, anlatmaya değer bir hikaye bulamadım karşımda. Tabi bunun yazarla bir ilgisi olmayabilir ancak hikaye sıradandı ve çekici bir yönü de yoktu. Aşık ve yalnız bir adamın (hatta psikolojik olarak biraz rahatsız bir adamın) kendi kafasında yazıp oynadığı hezeyanlarından başka bir şey bulamadım karşımda (aşağıdaki alıntıdaki gibi). Hiç farkına vardı mı bilmiyorum ama Mahmut'un yaptıkların bir kısmı gerçekten psikolojik bir baskı hatta taciz olarak bile değerlendirilebilir. Muhtemelen kitap aşk romanı kategorisine giriyordur, zaten blogumu takip edenler bilecektir ki tarzım da bu tür kitaplar değil, sevenleri okuyabilir.

"..Son bir gayret bir mesaj daha atacağım. Yine cevap gelmezse yapacağım bir şey yok artık. Zaten yarın cumartesi sonrası pazar. Üç gün ancak görüşebilirim. Kafamdaki soruların sonu gelmiyor. Matematik çalıştığımız gün ne kadar da samimiydik. Şimdi ne oldu da sessiz sedasız bıraktı beni..."

13 Mart 2017 Pazartesi

Arakçı - Michael Cho

Türkçede shoplifter'ın (dükkanlardan mal aşıran kimse) tam bir karşılığı olmadığı için çevirmen bu eseri "Arakçı" olarak çevirmeyi uygun bulmuş (kleptomaniye kayan bir yönü de var). Arakçı, Kanadalı illüstratör ve karikatürist Michael Cho'nun ilk grafik romanı (daha önce Yarım Dünya'nın illüstratörünün de Kanadalı olduğunda söz etmiştim, çizim Kanadalılar için bir tutku sanırım). Bu çizgi romanın baş kahramanı çizimlerden Asya kökenli olduğunu tahmin ettiğim Corrina Park. Corrina modern dünyada şehirli ve beyaz yakalı kadınların sıklıkla yaşadığı bir bunalımdan muzdarip: Gerçekten sevdiğim işi mi yapıyorum ve gerçekten buna ihtiyacım var mı? İngiliz Dili ve Edebiyatı mezunu Corrina'nın hayata atılırken planı roman yazmak ve yazar gibi yaşamak olmasına rağmen birdenbire kendini öğrencilik yıllarında staj yaptığı reklam şirketinde metin yazarken bulur. Burada yaklaşık beş yıl geçirince sanırım yavaş yavaş kendisini ve mesleğini sorgulamaya başlar. Bir taraftan para kazanırken bir taraftan kendisine vakit ayırmaya çalışan Corrina günün birinde hayatına daha fazla şeyler katması gerektiği kanaatinde varır. Derin arkadaşlıklar kuramayan ve neredeyse kedisinden başka kimsesi olmayan Corrina hayatından bunaldığı zamanlarda tahmin edileceği üzere "arakçı"lık yapar. Bütün hikayeleri hayal kırıklığı ile sonuçlanmaya başlayınca belki de radikal kararlar alma zamanının artık geldiğini düşünür.

Kitabın çizimlerinin tasarımlarını ve renklerini çok beğendim. Corrina'nın gençlik hayalleri gibi toz pemde renge boyanmış her şey, tüm şehir. Ancak Corrina karakterinin çok özgün olduğunu düşünmüyorum zira sosyal medyada çok karşılaştığım için artık bu şekilde şikayetler okumaktan  sıkılır oldum. Bu nedenle halihazırda bu hikayenin romanlaşmış olmasındaki tek özgün yön "çizgi roman" olması. Resimler çok akışkan ve belirttiğim gibi pembe renkli olması ayrı bir albeni katıyor. Çizgi roman severlere bir kadını konu alan ve Halil Cibran'a atıf yapmayı da ihmal etmeyen bu eseri okumasını tavsiye ederim.

9 Mart 2017 Perşembe

Yarım Dünya - Hiromi Goto

Uzun zamandır fantastik bir hikaye okumamıştım, o nedenle bu kitap bana çok iyi geldi. Fantastik hikayeleri üniversite yıllarımdam bu yana ara ara okuyorum ve genel olarak beğeniyorum. Okuyucuyu çok yormadan, pek çok unsuru okuyucunun hayal gücüne bırakıp hareketli bir konu çerçevesinde akan bir hikayesi olduğu için Yarım Dünya'yı da beğendim. Aslında itiraf etmek gerekirse, fantastik edebiyat müptelalarının bu kitabı özgün bulacağını düşünmüyorum, ama sizi yormayacak bir doğaüstü hikaye arıyorsanız, illüstrasyonları ile birlikte bu kitap yerinde bir seçim olacaktır. Kitapta olaylar on dört yaşında ve çevbresi tarafından pek sevilmeyen genç kız Melanie Tamaki etrafında şekilleniyor. Annesinden başka kimsesi olmayan ve okulda kimseyle anlaşamayan Melanie'nin rutin hayatı bir gün annesinin aniden ortadan kaybolmasıyla değişir. Annesinin Ten Alemi'nden yarım hayatların yaşandığı Yarım Dünya'ya geçtiğini ve Bay Tutkal tarafından alıkonulduğunu öğrenen Melanie annesinin peşinden gidip gitmemek arasında kalır. Belki de kaybedecek bir şeyi olmadığı için, annesini kurtarmak üzere Yarım Dünya'ya doğru yola çıkar. Yarım Dünya'ya yaptığı karanlık ve korku dolu yolculukta Ruh Alemi, Ten Alemi ve Yarım Dünya arasındaki dengenin bozulması ve yeniden kurulması üzerine yapılan kehanetler içinde bulur kendini.

Kitabın illüstrasyonları Kanadalı çizimci Jillian Tamaki tarafından yapılmış. Jillian  Tamaki kuzeni Mariko Tamaki'nin romanlarına yaptığı illustrasyonlarla tanınmış ve daha büyük işlem yapmış bir çizer, belki de bu yüzden kitaptaki baş kahramanın soyadı Tamaki (sadece bir tahmin). Bu kitabı okumamı sağlayan nedenlerden birisi de Neil Gaiman'ın (kendisini çok severim) hikaye hakkında olumlu şeyler söylemiş olması. Yarım Dünya, 2010 yılında Kanada Fantastik Edebiyat Ödülü'nü kazanmış bir eserdir, fantasik edebiyat sevenlere Japon mitolojisinden de beslenen bu eseri okumalarını tavsiye ederim.

"İmkansız olan gerçekleştiğinde, Yarım Dünya'da canlı bir bebek doğduğunda, işte ancak o zaman Alemlerin kaderinin değişeceği söyleniyor. Doüumun ve ölümün olmadığı, kimsenin gerçekten yaşamadığı bu alemde daimi acı döngüleri canavarlar yarattı. Bu değişmek bilmez karabasanda herhangi bir şey doğabilir mi? Canlı bir çocuğun doğumu Yarım Dünya'nın kıyameti ve umudu olacak."