Bu kitabı da yazarından aldım :). Yazarından kitap alarak okumanın keyfi bambaşka. Uzun zamandır İstanbul Barosunun resim kursuna devam ediyorum ve uzun zamandır bizimle beraber kursa devam eden üstad bir avukatımız var: İsmet Çepel. Hanımların yaşı söylenmez ancak meslekte ellinci yılını doldurarak onur belgesini almaya hak kazanan bir avukat olduğunu belirtmek yeterli olur sanırım. İsmet Hanım'ın resim yapmanın dışında kendisinin ve ailesinin hayatını yazdığını öğrenince bu üretken ve çalışkan yazarın yazdıklarını merak etmeye başladım. Burada size anlatacağım kitabı dışında kendi hayatını yayınladığı bir otobiyografisi ve çocuklarını/torunlarını anlattığı ve yayına hazırlanan bir kitabı daha olduğunu belirtmek isterim. Bu kitabında ise İsmet (Berköz) Çepel hem yükseköğrenim hayatını hem de bu süreçte kendisine yardımcı olan Boysan ailesinin hayatını anlatmış. Sekiz çocuklu bir ailenin dördüncü çocuğu olarak dünyaya gelen İsmet Çepel, babasının işi sebebiyle (Babası Hakim Mustafa Hilmi Berköz'dür) çocukluğunda Anadolu'nun pek çok yerini gezmiştir. Ancak babasının ani ölümü sonrasında zor günler geçiren aile Bozüyük'e yerleşir. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini kazanan İsmet (Berköz) Çepel, teyzesinin eşi ve Işık Lisesi'nde kimya öğretmeni olan Abdi Boysan'ın yardımıyla, üniversite kaydını yaptırarak Işık Lisesi'nde yatılı etüd öğretmen olarak yeni hayatına yelken açar. Kitap büyük oranda İsmet (Berköz) Çepel'in üniversite yıllarında (1947-1950 yılları arasında) tuttuğu günlüklerden ve diğer notları ile aile fotoğraflarından oluşmaktadır. Yazarın üniversite yıllarında dönemin şartlarında ve maddi zorluklardan dolayı yaşadığı sıkıntılar ve İstanbul'a ve yeni hayatına adaptasyon sürecinde yaşadığı ruhsal değişimler tuttuğu notlardan rahatça gözlemlenebilmektedir. İnsanın yıllar sonra geriye bakıp, günlüklerini okuması nasıl bir duygudur acaba? Bunu en kısa zamanda kendisine sormalıyım.
Yaşadığımız bu milenyum çağında bilgiye erişim oldukça kolay olduğu için insanların elli yıl önce nasıl yaşadıklarını kavramakta zorlanıyoruz. Sinemanın sosyal aktivite olarak değerli olduğu, eskiyince veya küçülünce bozularak başka bir biçim verilen kıyafetlerin giyildiği, uzaktaki insanlarla yalnızca mektupla haberleşildiği veya senede bir kere çekilen fotoğrafların bulunduğu bir yaşam bize yıldızlar kadar uzak. İçinde bulunduğumuz yaşamdan şikayetçi değilim elbette, yalnızca sahip olduklarımızın değerini bilmek gerektiği kanaatindeyim. Bu arada İsmet Hanım iyi ki defter tutmaya başladığında arkadaşlarını dinlememiş:
"Bazı arkadaşlar hatıra defteri tutmanın lüzumsuzluğuna inanıyor. Halbuki ben onu o kadar elzem buluyorum ki. Hem herkesten ziyade kıymet verdiğim kendimin geçen günlerini unutmamak benim için eşsiz bir zevk olacak. (s.163)"
"Bazı arkadaşlar hatıra defteri tutmanın lüzumsuzluğuna inanıyor. Halbuki ben onu o kadar elzem buluyorum ki. Hem herkesten ziyade kıymet verdiğim kendimin geçen günlerini unutmamak benim için eşsiz bir zevk olacak. (s.163)"