Ahmet Ümit’i severim. “Beyoğlu Rapsodisi”ni lisede iken okumuştum ve çok beğenmiştim. Daha sonrasında aynı zevki alırım düşüncesiyle başladığım hiç bir kitabını o şekilde sevemedim. Bu kitabı almam da biraz tesadüf oldu. 2012 Tüyap kitap fuarında indirimli kitap alabilmek için gittiğim gün Ahmet Ümit’in imza günüymüş meğer. Ona bir kitap imzalatmak istedim ve nedense okumadığım kitapları arasında elim bu kitaba gitti (keşke başka kitabını alsaydım :)). Çok ilginç başlamıştı aslında. Orta yaşı çoktan geride bırakmış bir tarih profesörünü (Müştak – Ahmet Ümit bu ismi çok aradı galiba) ve yıllar önce (21 yıl) onu terk ederek Amerika’ya giden ve burada çok başarılı olan başka bir tarih profesörünü (Nüzhet – bu isim de çok aranmış gibi duruyor) tanıtıyor bize önce. Yıllar sonraki ilk telefon konuşmalarında akşam yemek yemek üzerine anlaşıyorlar fakat psikojenik füg (kişinin bazen tüm belleğini kaybetmesi – kitapta hastalığın detayları anlatılıyor) hastalığı olan Müştak bey, Nüzhet Hanımın evine gittiğinde onu boynundan kitap açacağıyla (bir örneği de kendinde bulunan Osmanlı tuğralı açacak) öldürülmüş olarak buluyor. Muzdarip olduğu hastalık dolayısıyla bu cinayetten kendini sorumlu tutuyor hatta anımsayamadığı bu cinayet anı için çeşitli senaryolar yazıyor beyninde. Zira bu kadın ona o kadar acı çektirmişti ki, zaten yıllarca onu öldürmek istemişti. Kitap polislerin katili araştırması ile devam ederken ortaya ilginç olaylar çıkar. Nüzhet Hanım tarihte büyük tartışmalar yaratacak biz tez üzerine çalışıyormuş meğer ve belki de öldürülmeseydi çok konuşulacakmış: Osmanlı’da Baba – Oğul - Kardeş Katilliği (Sultan II. Murat – Fatih Sultan Mehmet ve oğlu II. Bayezid dönemi). Bu sebeple çok muhafazakar bazı ünlü tarihçilerin (Nüzhet Hanımın bir zamanlar asistanlık yaptığı yaşlı profesör ve onun şimdiki asistanları) belki de bu cinayette parmağı vardı? Veya çocukluğundan beri aralarında adı konulmamış garip bir çekim olan Müştak Bey’in kuzeni Şaziye Hanım yine görüştüklerini öğrenince kıskançlık krizine mi girmişti acaba?
Bu bilgileri daha kitabın başındayken ediniyoruz zaten. Ve sonrası – sonuna kadar – bize verilmiş gerekli gereksiz tarih bilgileriyle dolu. Fatih İstanbul’u nasıl fethetti? Babası II. Murat’la olan alakası nasıldı? Neredeyse kitabın yarısında zaten İstanbul’un eski semtlerinde düzenlenen bir fetih gezisi anlatılmaktadır. Bu bölümde neredeyse kitabı bırakıyordum ancak prensiplerim var. Başlanan kitap bitirilecektir. Neyse, kitabı bitirdim ancak biraz hayal kırıklığına uğradım. Polisiye kitap yazmak insanları şaşırtmak için hiç alakasız ve hiç ip ucu verilmemiş birini katil yapmak mıdır? Bilemiyorum. Yine de, tarihe meraklı kişilerin bu kitabi okumak hoşlarına gider diye düşünüyorum. Polisiye meraklılarını bilemem.
"Artık gençlik çok gerilerde kaldı. İhtiraslar, hırslar, kıskançlıklar, açık söyleyeyim şehvet, hepsi ağır ağır sönüyor. İster istemez geçmişe bakıyor insan....İster istemez geçmişi düşünüyor. Kimler vardı hayatımda, kimler kaldı..."