Çok sevdiğim kitaplardan biri oldu Zülfü Livaneli'nin Serenad'ı. Kitabın akıcılığının yanı sıra bugüne kadar değinilmemiş bir konudan bahsetmesi de ilgi çekici: Struma. İkinci Dünya Savaşı sırasında Romanya'dan Filistin'e gitmek için yola çıkan Yahudileri taşıyan geminin adı. Trajik sonunu artık hepimiz biliyoruz.
İstanbul Üniversitesinde halkla ilişkiler görevinde yer alan Maya Duran bu kez oldukça kibar ve hoş bir misafiri ağırlar: Alman asıllı profesör Maximilian Wagner. Onu tanıdıkça profesörün geçmişinde oldukça hüzünlü bir aşk hikayesi sakladığını öğrenecektir. Bu profesör İstanbul'da geçirdiği birkaç günde Maya'nın tüm hayatını değiştirmiştir desek yanlış olmaz. Maya hem kendisinin aslında kim olduğunu (anneannesinin ve babaannesinin etnik kimliğini) hem de yakın zamanda dünyada yaşanmış üzücü olayları (Struma faciası, Mavi Alay) öğrenir. Tabi profesörle olan samimiyeti dikkatleri üzerine çekecek ve işsiz kalacaktır. Ama hayatında açılan yeni bir ufuk bunun her şeye değer olduğuna ikna edecektir onu.
"Üç ayrı din, üç ayrı kadın ama ortak kaderler" kitapta da bahsedildiği gibi İbn Haldun'un "Coğrafya kaderdir" sözünün doğruluğunu bir kez daha anımsatır bize. Yeni pek çok şey öğretir bu kitap: Franz Schubert'in Serenad'ı, İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanya'dan kaçıp Türkiye'de ders veren Yahudi profesörler, bu topraklarda yazılmış Erich Auerbach'ın Mimesis'i...
Kitap okurken beğendiğim yerlerin altını çizmeyi ve bunu paylaşmayı severim. Serenad'dan yaptığım birkaç alıntı:
"Bilgi ne garip bir şeydi. Şişede hapsedilmiş bir cin gibi yıllarca duruyor, senin gelip kapağını açacağın günü bekliyordu."
"Demek ki bu ülkede zulüm, Türk,Kürt, Ermeni, Kürt, Rum, Yahudi tanımıyordu. Devletler herkese karşı zalimdi."
"Çünkü ancak hikayesi anlatılan insanlar var oluyordu."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hoşgeldiniz :) Yorumlarınız benim için bir kazançtır.