Bu kitabı 2006 yılında okumuştum, çok beğendiğimi anımsıyorum. Hatta Cengiz Aytmatov'a olan sevgim bu kitap ile başladı. Kitaplıkta kitap elime geçince tekrar okumak istedim, daha önce bu kadar naif ve hüzünlü bir kitap daha okumadım sanırım. Kırgız yazarın elli yıl önce basılmış bu kısa romanında (ya da uzun öykü de denilebilir) Issık Gölü civarında neredeyse sefalet içinde yaşayan bir çocuğun gözünden dönemim rejimine bir eleştiri yapılmaktadır. Anne ve babası tarafından terk edilen ve dedesi ile neredeyse kuş uçmaz kervan geçmez ve yalnızca birkaç evin bulunduğu bir orman kıyısında yaşayan çocuğun algıladığı kocaman bir dünyası vardır. Dedesi Mümin, Büke hala, halasının eşi Urazkul ve birkaç komşunun yaşadığı küçücük yerde ne huzur ne de refah vardır, ancak çocuğun zihninde dedesinin anlattığı masal ve efsanelerle zenginleşen hayalleri vardır. En büyüğü "beyaz gemi"si ile ilgili olandır. Babasının arada sırada Issık Gölü üzerinde uzaktan gördüğü beyaz gemide çalıştığına ve bir gün balık olup bu gemiye yüzerek babasına kavuşacağına inanmaktadır. Hayallerin güzelliği karşısında bir de gerçeklerin acımasızlığı vardır. Dedesi Mümin iyi bir adam olsa da, kimsesiz bir çocuğun hayallerini koruyacak kadar güçlü bir adam değildir. Gelenekçi bir adam olan dedesinin anlattığı masallara yürekten inanan çocuğun yozlaşmış dünyanın gerçekleriyle yüzleşmesi bir çocuğun kaldırabileceğinden daha ağır olacaktır.
Cengiz Aytmatov kitaplarında sevdiğim özellik yazarın eleştirilerini kitabın kurgusu üzerinden çok ince bir şekilde veriyor olması. Kitaplarında sık sık ait olduğu coğrafyada yaşayan insanların kültürel ve tarihi zenginliklerini, efsanelerini ve masallarını anlatan Aytmatov, Sovyet rejimine de mesafeli olduğunu saklamadan söylemeyi tercih ediyor. Bu eserinde de gelenekçilik ile Sovyet rejiminin meydana getirdiği yozlaşmışlığı kişiler üzerinden anlatırken yeni nesillerin kendi geçmişlerini ve atalarını unutmaması gerektiğini vurguluyor. Aytmatov buna bir açıklama kendisi de getiriyor zaten: "Her yazar bir milletin çocuğudur..."
"Beyaz gemi gittikçe uzaklaşıyordu, dürbünle de bakılsa, artık bacaları seçilemiyordu. Biraz sonra gözden kaybolacak. Çocuk, babasının gemisiyle yaptığı hayali gezi sonunda artık bir yere varmalıydı. Masal da bitmeliydi. Buraya kadar her şey güzeldi ama bu masalın sonu nasıl olacaktı? Nasıl balık haline geldiğini, derede nasıl yüzdüğünü, nereden nasıl göle geçtiğini, beyaz gemiyi nasıl bulduğunu ve babasıyla nasıl buluştuğunu düşünmek kolaydı."
Cengiz Aytmatov kitaplarında sevdiğim özellik yazarın eleştirilerini kitabın kurgusu üzerinden çok ince bir şekilde veriyor olması. Kitaplarında sık sık ait olduğu coğrafyada yaşayan insanların kültürel ve tarihi zenginliklerini, efsanelerini ve masallarını anlatan Aytmatov, Sovyet rejimine de mesafeli olduğunu saklamadan söylemeyi tercih ediyor. Bu eserinde de gelenekçilik ile Sovyet rejiminin meydana getirdiği yozlaşmışlığı kişiler üzerinden anlatırken yeni nesillerin kendi geçmişlerini ve atalarını unutmaması gerektiğini vurguluyor. Aytmatov buna bir açıklama kendisi de getiriyor zaten: "Her yazar bir milletin çocuğudur..."
"Beyaz gemi gittikçe uzaklaşıyordu, dürbünle de bakılsa, artık bacaları seçilemiyordu. Biraz sonra gözden kaybolacak. Çocuk, babasının gemisiyle yaptığı hayali gezi sonunda artık bir yere varmalıydı. Masal da bitmeliydi. Buraya kadar her şey güzeldi ama bu masalın sonu nasıl olacaktı? Nasıl balık haline geldiğini, derede nasıl yüzdüğünü, nereden nasıl göle geçtiğini, beyaz gemiyi nasıl bulduğunu ve babasıyla nasıl buluştuğunu düşünmek kolaydı."