Powered By Blogger

29 Nisan 2016 Cuma

Gelmiş Bulundum - Edip Cansever

Türk şiirinde imge ve çağrışım yöntemi ile yeni bir söyleyiş hedefleyen İkinci Yeni akımının önce gelen isimlerinden Edip Cansever'in okuduğum ilk kitabı bu oldu: Gelmiş Bulundum. Aslında ticaret işiyle meşgul olan Edip Cansever, şiiri bir anlamda hobi olarak yazıyor da diyebiliriz. İlk şiirini 1944 yılında İstanbul dergisinde yayınlatmış ve gençlik döneminde çıkan çeşitli edebiyat dergilerindeki şiirlerini "İkindi Üstü" kitabında toplamış. Bu kitabındaki şiirler için Orhan Veli'nin "Genç bir şairin, üstelik insana birçok umutlar veren bir şairin ilk çıkardığı kitap için kötü sözler söylemek istemem" diyerek kendisinin henüz yüzeysel gözlemler yaptığını ve şiirini geliştirmesi gerektiğini kibarca ima etmiştir. Yavaş yavaş kendi tarzını bulan ve İkinci Yeni akımına yaklaşan şairin en sevilen eserlerinden birisi "Yerçekimli Karanfil" olmuştur. Yerçekimli Karanfil şiiri ile 1958 Yeditepe Şiir Ödülü'nü kazanan şairin bu tarihten sonra eserlerinde bütünü itibariyle bakıldığında tutarlı bir çizgide ilerlediği söylenebilecektir. Hayatının son yıllarında kendisini yalnızca şiirlerine adayana şairin 1960'dan itibaren Türk şiirini etkileyen şairler arasında yer aldığını da söylemek mümkündür. Oldukça üretken olan bu şairin bir kitabını okumak isterseniz (şiri dışında hikaye türünde de eserleri mevcuttur) seveceğiniz bir eserini bulabileceğinizden eminim. Yerçekimlik Karanfil şiirinden bir alıntı aşağıdadır:

"Biliyor musun ? az az yaşıyorsun içinde / Oysaki seninle güzel olmak var / Örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi / Bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda / Midemdi, aklımdı şu kadarcık kalıyor.
...
Görüyorsun ya bir sevdayı büyütüyoruz seninle / Sana değiniyorum, sana ısınıyorum, bu o değil / Bak nasıl, beyaza keser gibisine yedi renk / Birleşiyoruz sessizce."
 
"Cansever'in yapıtının bütününe bakıldığında, onun büyük bir atmosfer ustası olduğu göze çarpar. İstanbul'un ana caddelerinde kaybolan, kuytu ara sokaklarda bu kayboluşun içinden kendi umutsuz arayışına kapılan antikahramanların bungun epopesi doğar. Cansever, Türk şiirinin çağdaş insanın yaralı portresini en usta biçimde çizen şairdir."  E. Batur.

26 Nisan 2016 Salı

Kırmızı Saçlı Kadın - Orhan Pamuk


Nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk'un son yayınlanan eseri olması açısından kitap oldukça rağbet gördü. İlginç bir kapağa sahip olması ve arkasındaki  tanıtımı da okuyunca ilgimi çekti ve okumaya karar verdim. Öncelikle belritmek isterim ki, beğenmedim. Elbette vaktimin boşa gittiğini söylemiyorum ama hikayenin beklentimi karşılamadığını söylemek isterim. Kitap hakkında kendi fikirlerimi detaylandırmadan önce kitabın konusundan bahsedelim. Üç kısıma ayrılan kitabın ilk iki kısımlarında ana karakter Cem'in bakış açısından üçüncü kısımda ise "Kırmızı Saçlı Kadın"ın bakış açısından hikaye anlatılmaktadır. Ana karakter Cem 1980'li yılların başında henüz lise öğrencisi olan ve babasıyla yakınlık kuramayan bir çocuktur. Babasının kendisini ve annesini bırakarak ortadan kaybolması neticesinde, para kazanabilmek için yazları bir kuyucu ustasının yanında çıraklığa başlar ve onu babası yerine koyar. Cem, Öngören adlı bir kasaba yakınlarında yapılan çalışmalar sırasında bütün hayatını etkileyecek iki olay yaşar: kırmızı saçlı kadınla tanışması ve ustasından ayrılışı. İkinci bölüm ise ilk bölüm gibi durağan ilerlemiyor, okuyucu bir anda Cem'in başarılı bir müteahhit olarak yükselişini, eşiyle evlenmesini, kendi hayatından da yola çıkarak Sophokles'in Oidipus hikayesin ve Firdevsi'nin Rüstem & Sohrab hikayesinin peşine düşmesine şahit oluyor. Bu bölüm hızlı ilerlemesinin yanında, Türk filmlerinde izlemeye alıştığımız ilginç tesafüleri de bir araya getiriyor. Üçüncü kısım ise kırmızı saçlı kadının bakış açısından son bir değerlendirme olarak sunuluyor. Ancak anlatım tekniği olarak ilk iki kısımdan farklı değil.

Kitabın tek güzel yanı, diğer Orhan Pamuk eserlerine kıyasla daha kolay okunuyor olması, bir de eski eserleri okumak konusunda merak uyandırması. Maalesef başka bir şekilde eseri övemiyorum, ben, sık sık aynı şeylerin tekrarlanması, sürekli başa dönüp dönüp aynı noktaya gelinmesi ve okuyucuya kendi çıkarımını ve yorumunu yapmasına izin verilmemesi nedeniyle kitaptan hoşlanmadım. Ayrıca sürekli tekrar edilen cümleler/fikirler bir noktadan sonra kitabın anlatımını da oldukça zayıflatmış. Yine de aşk ve kıskançlık gibi duyguları yoğun bir şekilde verildiğini de söylemek isterim.
 
"Babasız büyürsen alemin bir merkezi ve sınırı olduğunu anlamaz, her şeyi yapabileceğini sanırsın...Ama bir süre sonra ne yapacağını bilemez, dünyada bir mana, bir merkez bulmaya çalışır, sana hayır diyecek birini aramaya başlarsın."
Ona cevap vermiyor, bizim kuyuya yaklaştığımızı, yıllar süren arayışımın sonuna geldiğimi hissediyordum."

18 Nisan 2016 Pazartesi

Mürebbiye - Hüseyin Rahmi Gürpınar

Yine gülsem mi ağlasam mı bilemediğim bir Hüseyin Rahmi romanı daha! Natüralist bir yazar olan Hüseyin Rahmi'nin aynı zamanda yergilerini ve gözlemlerini mizahi bir dille okuyucuya aktarması sebebiyle kitaplarının trajikomik hikayeleri okuyucuyu güldürmeden edemiyor. Osmanlı'da toplum tarafından yanlış anlaşılan "Batılılaşma" serüvenini eserlerinde sıklıkla konu eden Hüseyin Rahmi, "Mürebbiye"de de aynı eleştiriyi yapmaktadır. İmparatorluğun son dönemlerinde iyi gelir sahibi ailelerin (biraz da moda olması ve kendilerine statü kazandırdığını düşünmeleri sebebiyle) çocuklarına Batılı tarzda eğitim verebilmek için yabancı mürebbiyeler almasının aile yapısını temelden sarstığına inanan yazar bu mesajını, Anjel adındaki Fransız mürebbiye ve zengin ve gelenekçi bir bey olan Dehri Efendi'nin ailesi üzerinden vermektedir. Dehri Efendi ilk eşinden iki çocuğu (Şemi Bey ve Melahat Hanım), Melahat Hanımın eşi Sadri Bey, erkek kardeşi Amca Bey, ikinci eşinden iki küçük çocuğu ve evin hizmetlileri ile büyük bir konakta yaşamaktadır. İkinci eşinden olan çocuklarının Batılı tarzda bir eğitim alması için Fransa'da düşkün bir kadın olan ancak yolu bir şekilde İstanbul'a düşünce sanki asıl mesleğiymiş gibi mürebbiyelik yapmak isteyen Anjel ile anlaşır. Anjel belki önceleri iyi niyetle görevine başlamış olsa da, sonradan konaktaki erkeklerin kendi cazibesinden kolaylıkla etkilendiğini görünce bu durumu lehine çevirip biraz da maddi kazanç elde etmeyi amaçlar. Aynı konakta yaşayan erkekleri kolaylıkla idare eden Anjel de bir noktadan sonra işlerin sarpa saracağını sorgulamaya başlar.

Hüseyin Rahmi için "yanlış anlaşılan Batılılaşmayı" eserlerinde sık sık eleştirdiğinden bahsettik ancak bu eserinde sadece bu hususa değinmiştir demek doğru olmayacak. İnsanların, çocuklarının eğitimi için yabancı mürebbiyelere güvenmelerinin toplumda eğreti durmasından ziyade, kendini geliştirmek konusunda başarısız bir grup erkeğin cinsel açlıklarından doğan çatışmalar da anlatılmak istenmiştir denilebilir. Başarılı gözlem yeteneği sayesinde Hüseyin Rahmi, çökmek üzere olan bir imparatorluğu, insanlardaki alafrangalık merakını ve herkesin kendine göre yorumladığı ahlak kavramı üzerine başarılı bir eleştiri yapmaktadır. Okumanızı tavsiye ederim.

"Şemi deminden beri yürüttüğü muhakemeleri tamamen bozarak Mürebbiye aleyhindeki fikrini aniden değiştiriverdi. Çünkü onu masum görmeye, onu affetmeye, yine evvelki gibi sevmeye şiddetle ihtiyacı vardı. Gönül muhabbet sarayını harap olmuş görmektense bazı hakikatleri çiğnemekten çekinmez."

Hüseyin Rahmi'nin "Kuyrukluyıldız Altında Bir İzdivaç" eseri:
http://mahrem-i-esrar.blogspot.com.tr/2015/12/kuyrukluyldz-altnda-bir-izdivac-huseyin.html

7 Nisan 2016 Perşembe

Bülbülü Öldürmek - Harper Lee

Harper Lee'nin geçtiğimiz Şubat ayında vefat ettiğini öğrendiğimde, aylardır okuma listemde olan "Bülbülü Öldürmek" ("To Kill a Mockingbird") eserini artık çok ihmal ettiğimi düşünerek okumaya karar verdim. Kitabın konusu hakkında (filminin sahip olduğu ünü de düşünürsek) herkesin bilgisi olduğunu tahmin ediyorum, ama kısaca özetlemek gerekirse küçük bir kız çocuğunun gözünden (7 veya 8 yaşında olduğunu tahmin ediyorum) Amerika'nın Alabama eyaletinde yaşanan ırkçılığın ve eşitsizliğin anlatılması da diyebiliriz. Yaşadıkları Maycomb kasabasında avukatlık yapan Atticus'un küçük kızı Scout Finch, kendisinden dört yaş büyük abisi Jem, siyahi hizmetçileri Calpurnia ve yazları beraber vakit geçirdikleri çocukluk arkadaşı Dill ile sade ve mutlu bir hayata sahiptir. Rutin hayatlarını önemli ölçüde değiştiren olan, beyaz bir kıza tecavüz iddiası ile yargılanan siyahi bir adam olan Tom Robinson'u savunmak görevinin babası tarafından üstlenilmiş olmasıdır. Irkçılığın günlük hayata işlemiş olduğu bir kasabada bir anda bütün dikkatler Finch ailesine çevrilecek ve Scout'un insanlara karşı bakış açısı tamamen değişecektir. Romanın en başarılı bulunan yönlerinden birisi, anlatımın, gözlemlerin ve kıyaslamaların gerçekten zeki ve küçük bir kız çocuğunun hayal gücüne uygun başarılı bir şekilde yazıya aktarılmış olmasıdır. Ayrıca yazarın kitaptaki yargılama sahnesini yazarken on yaşındayken şahit olduğu bir olaydan esinlendiği ve kitaptaki Dill karakterinin de çocukluk arkadaşı Truman Capote olduğu da söylenenler arasındadır. Günümüzde bile hala aktüel olan adalet, eşitlik ve ırkçılık gibi temaları anlatan bun eseri, insanları hem toplumun bir parçası olarak hem de bireysel olarak incelemesi, başarılı gözlemler yapması sebebiyle okuma listelerinize eklemenizi tavsiye ederim.

Amerika'da siyahi insanlara ırkçılığın hat sahfada olduğu bir eyalet olan Alabama'da büyümüş olan Harper Lee, 1960 yılında yayınlarığı "Bülbülü Öldürmek" eseriyle çok başarılı bulunmuş ve 1961 Pulitzer Ödülünü kazanmıştır. Bir yıl sonra Gregory Peck'in başrolü ile filme çekilen ve oscar alan eserin yayınlandığı tarih itibariyle konusunun (1960) bir devrim niteliğinde olduğu da bir gerçektir. Harper Lee'nin yıllarca başka bir roman yazmamış olması edebiyat çevresi açısından üzüntüyle karşılansa da, 2015 yılında, devam kitabı "Tespih Ağacının Gölgesinde" ("Go Set a Watchman") yayınlanmıştır (umarım kısa bir süre içinde okuma şansı bulurum).

"İstediğin kadar saksağanı vur vurabilirsen ama unutma, bülbülü öldürmek günahtır."
....
"Bülbüller bizi eğlendirmek için şarkı söylemek dışında bir şey yapmaz. İnsanların bahçelerindeki bitkileri yemezler, mısır ambarlarına yuvalanmazlar, tek yaptıkları iş bize içlerini dökmektir. İşte bu yüzden bülbülleri öldürmek günahtır."