Uzak bir coğrafya olması sebebiyle sanırım, Japon Edebiyatı konusunda çok az bilgim var, ancak o topraklarda bir hazine saklı olduğunu tahmin ediyorum. Bu nedenle ünlü Japon yazar Haruki Murakami'nin bu kitabını indirimli kitaplar reyonunda görünce hemen aldım ve yazarın kitapta gerçekten sıra dışı bir konuyu işlediğini düşünüyorum. Kitabın anlatıcısı ve ara sıra rastladığı insanlar sanki bu dünyada hiç var olmamış gibi özgün karakterler. Kitabın anlatıcısı (adını öğrenemiyoruz) bazı tesadüfler (eğer adına tesadüf derseniz) sonucu birden kendisini bir "yaban koyununun izini sürerken" bulur. Bir insan neden bir yaban koyununun izine düşer ki dediğinizi duyar gibiyim. Aslında anlatıcı da bir ara neden koyunun peşinde olduğunu kendi de anlamıyor. Daha açık konuşmak gerekirse, küçük bir işletmesi olan anlatıcımız, sigorta ile ilgili bültenlerinde kullandığı bir koyun sürüsü fotoğrafından sonra bir sürprizle karşılaşır. Japonya'da tanınan ve karanlık işler çeviren bir adamın sağ kolu kendisine ulaşarak fotoğraftaki koyunlardan özelliği olan bir tanesini "bulmak zorunda" olduğunu ifade eder. Aslında anlatıcı karakter hayata karşı çok kayıtsız ve baskılara boyun eğmeyecek bir adamdır, ancak kitapta sık sık karşımıza çıkan "iç güdü ile hareket etme" eylemi olarak açıklayabileceğimiz bir dürtü ile hareket ederek gizemli kız arkadaşının da yardımıyla bu yaban koyununun sırrını çözmeye koyulur.
Kitap sanki bu dünyadan birine ait değil gibi, çok yaratıcı bir zekanın ürünü kanaatimce. Bu yönüyle bana Edgar Keret'in Tanrı Olmak İsteyen Otobüs Şoförü'nü anımsattı ancak hayranları Murakami'nin tarzını polisiye yazarı Raymond Chandler'e benzetmiş. Ben henüz Raymond Chandler'i okumadım ancak Murakami için izlenimim olumlu yönde (diğer kitapları daha çok seviliyor bu arada). Kitabın sürrealist yönleri ve gerçek ile sanrıları iç içe vermesi, fantastik unsurları seven birisi olarak beni etkiledi açıkçası. Post-modern bir dedektiflik kitabı okumak isterseniz, bu kitaba da bir şans verin derim.
Bu arada kendimle ilgili bir paylaşımda bulunacağım; Rus Klasiklerinden sonra bende kitabın çevirisi orijinal dilinden yapılırsa okumak yönünde bir davranış gelişti. Bu nedenle bazen kitapların ilk sayfasına bakıyorum hangi dilden çevrilmiş diye. Bu kitapta herhangi bir açıklama yapılmamıştı, yine de aldım. Bazı diyalogları anlamlandıramasam da, kitabı genel itibariyle beğendim (konusu ilginçti, burada Murakami'ye teşekkür etmek gerek). Sonradan öğrendim ki, çeviri Fransızcadan yapılmış, Japonca'dan yapılmış bir çevirisini bulabilir miyiz bilmiyorum ancak bulursanız bence o kitabı alın. Zira bu kitapta bulunan "yeşil fasulye" salatasının aslında "tofu" ve tuzlu köpek adındaki içkinin "Salty Dog" olduğunu tespit ettim ki, bence buraya çevirmen not düşebilirdi. En çok yadırgadığım kelime "belleten"di. Pek çok yerde Belleten olarak kullanılan kelimenin aslında "Bulletin" olduğunu fark ettim; Türkçede bildiri/ilan/bülten gibi daha yaygın bir kullanımı olan kelime tercih edilse, benim okuyucu olarak daha az dikkatim dağılırdı diye tahmin ediyorum.
"Öte yandan da, aynı zamanda, rastlantı dite bir şeyin varlığını yadsıyabilir, bilmezden gelebiliriz. Olan olmuştur, olacak olan da besbelli olacaktır, işte böyle, sürüp gidebilir. Başka bir deyimle, arkamızdaki "her şey" ile önümüzdeki "sıfır" arasında sıkıştırılmış olduğumuzdan, bizimkisi, içinde ne rastlantıya ne olanağa yer verilen, geçici bir varoluştur."
Kitap sanki bu dünyadan birine ait değil gibi, çok yaratıcı bir zekanın ürünü kanaatimce. Bu yönüyle bana Edgar Keret'in Tanrı Olmak İsteyen Otobüs Şoförü'nü anımsattı ancak hayranları Murakami'nin tarzını polisiye yazarı Raymond Chandler'e benzetmiş. Ben henüz Raymond Chandler'i okumadım ancak Murakami için izlenimim olumlu yönde (diğer kitapları daha çok seviliyor bu arada). Kitabın sürrealist yönleri ve gerçek ile sanrıları iç içe vermesi, fantastik unsurları seven birisi olarak beni etkiledi açıkçası. Post-modern bir dedektiflik kitabı okumak isterseniz, bu kitaba da bir şans verin derim.
Bu arada kendimle ilgili bir paylaşımda bulunacağım; Rus Klasiklerinden sonra bende kitabın çevirisi orijinal dilinden yapılırsa okumak yönünde bir davranış gelişti. Bu nedenle bazen kitapların ilk sayfasına bakıyorum hangi dilden çevrilmiş diye. Bu kitapta herhangi bir açıklama yapılmamıştı, yine de aldım. Bazı diyalogları anlamlandıramasam da, kitabı genel itibariyle beğendim (konusu ilginçti, burada Murakami'ye teşekkür etmek gerek). Sonradan öğrendim ki, çeviri Fransızcadan yapılmış, Japonca'dan yapılmış bir çevirisini bulabilir miyiz bilmiyorum ancak bulursanız bence o kitabı alın. Zira bu kitapta bulunan "yeşil fasulye" salatasının aslında "tofu" ve tuzlu köpek adındaki içkinin "Salty Dog" olduğunu tespit ettim ki, bence buraya çevirmen not düşebilirdi. En çok yadırgadığım kelime "belleten"di. Pek çok yerde Belleten olarak kullanılan kelimenin aslında "Bulletin" olduğunu fark ettim; Türkçede bildiri/ilan/bülten gibi daha yaygın bir kullanımı olan kelime tercih edilse, benim okuyucu olarak daha az dikkatim dağılırdı diye tahmin ediyorum.
"Öte yandan da, aynı zamanda, rastlantı dite bir şeyin varlığını yadsıyabilir, bilmezden gelebiliriz. Olan olmuştur, olacak olan da besbelli olacaktır, işte böyle, sürüp gidebilir. Başka bir deyimle, arkamızdaki "her şey" ile önümüzdeki "sıfır" arasında sıkıştırılmış olduğumuzdan, bizimkisi, içinde ne rastlantıya ne olanağa yer verilen, geçici bir varoluştur."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hoşgeldiniz :) Yorumlarınız benim için bir kazançtır.