Nobel Edebiyat ödüllü
yazar Albert Camus’un yaklaşık yetmiş yıl önce yayınlanan kitabı Düşüş (La Chute) yazarın “Veba” ve “Yabancı”
kitapları ile birlikte başyapıtları arasında sayılır. Düşüş, temelde birinci
şahıstan aktarılan monologlar halinde ve yalın bir anlatımla ilerleyen ve herhangi
bir doğru ya da yanlışı öne çıkarmaya çalışmadan modern insanı ve onu kuşatan
dünyanın çelişkilerini derinlemesine sorgulamayı amaçlayan bir kitap olarak öne
çıkar. Zaten varoluşçuluk ile ilgilenen Camus’un aynı zamanda absürdizm akımının öncülerinden olduğu düşünüldüğünde, Düşüş kitabının okuyucuya vadettiklerinin
ne olduğunu tahmin etmek de zor değil. Kitaptaki hikâye Paris’te
oldukça başarılı bir avukat olduğu satır aralarında kendisini övmesinden
anlaşılan Jean-Baptiste Clamence’in Amsterdam’da Mexico-City adında köhne bir
barda yeni tanıştığı adama yaptığı itiraflar ile başlıyor. Öncelikle, yeni
tanıştığı bu adama kendinden bahseden Clamence’in eskiden hayatının ne kadar düzgün
ve kendisinin de yeri geldiğinde para almadan avukatlık yapacak kadar
iyiliksever bir insan olduğu anlaşılıyor. Kendi deyimiyle soylu davalarla
ilgilenen, nezaketiyle tanınan ve aynı zamanda cömertliğiyle bilinen ve meslek
etiği konusunda da kusursuz davranışlar sergileyen Clamence’in hikayesi kısa
bir süre sonra kafası karışık birinin buhranları olarak karşımıza çıkıyor. Öyle ki, yeni tanıştığı bu kişiye mesleğini tanıtırken “eskiden avukattım ama şimdi tövbekâr bir yargıcım” şeklindeki ifadesi bile kendi içindeki çelişkileri hakkında en baştan fikir veriyor.
Camus’un kitabın ana karakterinin mesleğini “avukat” olarak seçmesi de bir tesadüf olmasa gerek. Çünkü Clamence’in kafasındaki terazinin ibresi tamamen içinde bulunduğu anda kendisini nasıl savunduğuna bağlı olarak bir o tarafa bir bu tarafa doğru hareket eder. Kendisinin doğru ve yanlış davranışları hakkında yargılama yaparken, bazen umursamaz bazen de acımasız olması da bunu kanıtlar nitelikte. Bu nedenle başlarda başarılarını anlatarak başlayan yargılamaları zamanla başarısızlıklara dönüşür. En sonunda günahının telafisi için son bir şans diler: “Ey genç kız, kedini tekrar suya at da her ikimizi kurtarma şansına bir kez daha ereyim! Bir kez daha mı? Amma ihtiyatsızlık! Ya söylediklerimizi hemen kabul ediverirlerse, üstadım? O zaman dediğimizi yapmamız gerekir. Brr!... Su ne kadar da soğuk! Ama yüreğimizi ferah tutalım! Artık çok geç, her zaman da geç olacak. Çok şükür!”
Siz de henüz okumadıysanız kendi hayatının yargıcı olmaya soyunan Clamence’in size anlatmak istediklerine bir kulak verin. Clamence kendisinden bahsederken sanki köhne barda yanında oturan, konuştuğu ve muhatap aldığı kişi sizmişsiniz gibi hissedeceksiniz. Hatta bazı yerlerde zihninizden geçen soruları yanıtlaması sizi şaşırtacak bile diyebiliriz. İyi okumalar şimdiden!
Yabancı kitabı hakkında yorumlarım için tıklayınız